14 Aralık 2014 Pazar

Bi Yazayım Dedim

Sürekli kafamda yazıyorum ama gerçek anlamda yazmaya hiç fırsatım olmuyor. An itibariyle yaklaşık 15 dakikam var yazmak için artık ne yazarsam...

Havalar cidden harika şu sıralar, hırka filan giyiyoruz sabahları ama ben yine de kışı özlemeye devam ediyorum. Spora başladım. Burda sürekli bir deniz, havuz durumu olduğu ve fazlalıklar kalın kıyafetlerle gizlenemediğii için insan ya da ben diyelim vücuduna kafayı takıyor. İyi görünmek istiyor gönül, bir de herkes tazı gibi koşuyor burada sabah akşam, bebek arabalarıyla bile koşanlar var. Yani bir şekilde motive oluyorsun, imreniyorsun. İnşallah ben de devam ederim ve rahat rahat bir bikini giyerim birkaç aya.

Annemin hayalindeki kız evlat tanımına birebir uyan bir arkadaşım var burada. Çok bayıcı bir insan, hadi çok demiyim, ortalama bayıcılıkta. Bir çocuğu var, o yüzden takılmak iyi oluyor ama normalde hayatta arkadaş olmam. Annem pek bir seviyor kendisini!

Dün kadınbudu köfte yaptım ilk kez. Ne manasız bir yemek, bana verilen sürenin sonuna geldim, böyle de koyayım bloga yazdıklarımı dedim.

 

18 Kasım 2014 Salı

Orta Yerinden

15 Ekim'de eve taşındık, hijyen koşulları, çocuklarla vakit geçirme açısından rahatladım tabi. Fakat oteli ilginç biçimde çok özlüyorum çünkü çok sevdiğim insanlar vardı orada ve onların varlığını özlüyorum. Ne bileyim onlara 'günaydın' demeyi filan.

Oturduğumuz yer güzel bir yer, çok şükür. Bir çeşit dev site, hiçbir yere gitmeden yaşamını sürdürebilirsin. Zaten bir yere gittiğimde, her yerde o dev gökdelenleri ve dev alışveriş merkezlerini görünce depresyona giriyorum. Yapay görüntü, yollarda, etrafta yürüyen insan olmaması beni bunaltıyor. Sitede ağırlıklı olarak Ruslar, İngilizler, Güney Afrikalılar, Türkler ve bir miktar Arap yaşıyor. Çalışanlar ise Filipinliler, Hintliler, Pakistanlılar, Sri Lankalılar ve bir miktar Afrikalı. Bu zamana kadar en çok Güney Afrikalılarla ve Fransızlarla muhabbetim var, gayet tatlı insanlar. Ruslar ve İngilizler bir garip. Belki bir gün anlatırım. Bu zamana kadar kısa boyuma ve etli butlu halime rağmen ağırlıklı olarak insanlar 'Rus musun?' diye sordu! Birkaç kişi de Fransız olduğumu düşündü, pek hoşuma gitti. Fransız kadınlar ziyadesiyle hoş ve becerikli. Bir miktar soğuk olan bir Fransız kadın var mesela; biri 3,5, biri 2 yaşında iki çocuğu var. Bir de 6,5 aylık hamile. Yardımcısı ya da bakıcısı yok. Benden zayıf hamile haliyle, acayip bakımlı ve çocuklarıyla mutlu mesut takılıyor parkta, havuzda. Ben ise annem yanımda olmasına rağmen (maalesef hala bizimle, evet nankörüm ve hala yardımcı bulamadık) dağıtmış haldeyim; hem fiziksel hem ruhsal açıdan.

Burada yıllardır yaşayanlarla konuştuğumda, Türkler dahil hepsi pek bir seviyor Dubai'de olmayı. Ben henüz o noktaya gelmedim.

Avrupalı babalar gerçekten bir harika. İşten erken geliyorlar ve çocuklarıyla acayip ilgileniyorlar. Anneler bu arada dinleniyor sanırım. Biz ise Garmin'i günde ortalama 2 saat ancak görüyoruz. İşle bozdu kafayı ve bu yüzden herşeyi ben yapmak zorunda kalıyorum. Garmin'e fena halde kılım, zaten tartışmadığımız gün yok gibi. Bu kadar çok çalışacağını bilseydim vallahi İstanbul'da kalırdım.

Hava sabahları 22 derece, öğlen ise 28 derece civarı oluyor. Ve yıllardır burada yaşayanlar 'Aaaa havalar da soğudu" diyor, bazen ben de diyorum! İlk geldiğimizde öğlen 38 derece olduğu için herhalde.

Lokum 14 aylık, Tombi ise 36 aylık oldu. Lokum ufaktan yürümeye ve konuşmaya başladı. İnatçı, dediğini yaptıran bir kız. Tombi okul konusunda zorlanıyor ama ciddi ciddi ingilizce konuşmaya başladı, sadece okulda duyduğu sayesinde. Ve geçen hafta bana "Sen benim aşkımsın" dedi, bir Türk ana olarak, duygulandım ama çok bana düştü geldiğimizden beri, bu durum pek hoşuma gitmiyor. Benden başka kimseyle takılmak istemiyor.

Kışı, kalın giyinmeyi özlüyorum. Burada tüm mağazalarda manasızca kışlık kıyafetler satılıyor. Bir şort alayım desen yok. Saçma geliyor bana. Kalın hırkaları gördükçe giyesim, alasım geliyor, bir de İstanbul'a gidesim, Paris'e filan gitsem de olur ama.

 

 

3 Ekim 2014 Cuma

Ne Yazayım Bilemedim

Hala oteldeyiz. Orada uzakta, kiraladığımız ama bir türlü taşınamadığımız bir ev var. Hayırlısı, ne diyeyim. Bir otelde bu kadar uzun süre kalacağımı rüyamda görsem inanmazdım ama oldu işte.

Burada sıkılıyorum, hava kokuyor, tanımlanamaz şekilde. Ahhhh İstanbul sana ne çok haksızlık ettim.

Günde yaklaşık yarım kilo M&M yiyerek bir ayda 3 kilo almışım. Kendimi tebrik ediyorum. Otelin girişindeki marketten alıyorum ve çantamın içinden kimseye çaktırmadan katır kutur götürüyorum M&M'leri, bir çeşit anlık sakinleştirici etkisi görüyor. Fakat sonrasında, özellikle instagramdaki zayıf moda ikonlarını görünce depresyona neden oluyor ve o anda da sigara devreye giriyor. İkisinden de acilen kurtulmalıyım. Sigara içmeyi seviyorum fekat.

Sürekli kot şort giyiyorum burada. Çok sıkıldım aynı şeyi giymekten ve kendime yeni birşeyler alayım diyorum ama tüm mağazalarda sonbahar kış sezonu giysileri satılıyor, hava ortalama 35 derece ve ortalıkta yazlık kıyafet yok. Tombi'nin şortları küçüldü, alacak şort yok. Zaten bünyem kalın hırka, bot, palto, kı,lık elbise filan giymek istiyor. Ben kışı çok severİm yahu.

Görüldüğü üzere yazacak konu bulma konusunda ciddi sıkıntı çekiyorum. Kendime 'homesick' teşhisi koyarak, satırlarıma son veriyorum.

29 Eylül 2014 Pazartesi

Dün Başlık Koymayı Unutmuşum

Havalar buradakilerin iddialarına göre serinlemeye başladı. Diyorum ya çok pozitif buradaki insanlar. Sabah 8'de hava 31 derece ve otelin güvenlik görevlisi sırıtarak 'vat e nays vethır' diyor.

Ben de dün şöyle kendi başıma açık havada oturayım diye, anneme İstanbul'daki bir arkadaşımın burada yaşayan arkadaşıyla buluşacağım diyerek, bir saatliğine kaçtım. Marina Mall diye bir yer var ve orada dışarıda oturacak birkaç yer mevcut Allah'tan. Arabayla gitmek yemedi, taksiyle gittim. Hemen oturup kahvemi söyledim, saat oldu 10:15, kahveyi getirdiklerinde saat oldu 10:30 ve ben kahvemi içip hızla 10:50'de kalktım. Keyifli miydi? Ehhhh. Hava benim için yine de sıcaktı ve buradaki servisin yavaşlığı insanı sinir ediyor ama en azından açık havada oturdum. Bir de koca fincan sıcak latteyi kulpsuz fincanda getirmeseler iyiydi. Hem kahve sıcak hem fincan kocaman içene kadar maymun oldum. Dün Dünya Kahve Günü'ymüş bir de, anlamlı oldu yani içtiğim kahve.

Tombi bu sabah daha az ağladı giderken. Çok şükür.

Annemle yaşam fena halde baymaya devam ediyor, gerçi o gidince iki çocukla ne yapacağım belirsiz. Şansımıza bir zamanlar burada yardımcı bulmak kolayken, şimdi hem zorlaşmış hem de ücretler artmış. İki ajansı aradım ellerimde eleman yok. Şaka gibi! Aman her türlü annem gitsin de artık başımın çaresine bakayım. Kafamı dinleyeyim. İnsanın annesiyle anlaşamaması kötü birşey. Umarım Tombi ve Lokum'la ben öyle olmam. Umarım ve inşallah büyüdüklerinde istedikleri için benimle vakit geçirirler, anneleri olduğum için değil.

Böyle akıyor işte bilincim sevgili Virginia Woolf, bir de başım ağrıyor uykusuzluktan. İstanbul'u, havaların soğumasını, kalın kıyafetler giymeyi, sokaklarda yürümeyi, kendi dilimde konuşmayı, tanıdıklarımla karşılaşmayı fena halde özlüyorum. Bir de ısrarla Ömerpaşa'daki evi özlüyorum. Elimde değil özlüyorum. Paris'te, Londra'da yaşasak yine özler miydim merak ediyorum. Fazla merak iyi değildir kedicik.

28 Eylül 2014 Pazar

Untitled

Tombi okula hala ağlaya ağlaya gidiyor. Ve bayağı ciddi ağlıyor. 'Seni okulda ne rahatsız ediyor' deyince de 'Sıkılıyorum,' diyor hep. Etrafta bir sürü oyuncak, park, çocuk vb varken niye sıkılıyor, ne oluyor hiç anlamıyorum. İngilizce konuşamadığı, öğretmen onu anlamadığı için böyle oluyor diye düşünüyorum ama etrafta onun gibi bir sürü çocuk var. Fakat koca okulda ağlayan bir tek Tombi:( Öğretmeni de her seferinde 'Ağlamadı, gayet iyiydi,' diyor. Valla ne yapacağımı şaşırdım. Şeytan diyor ki (Evren, sen kulaklarını kapa canım) 'Ne vardı buralara gelecek? Otursaydınız oturduğunuz yerde' ama bunu düşünmek de bir işe yaramıyor. Buradayız artık ve yapacak birşey yok.

Ayağımdan da anlaşılacağı üzere oldukça bakımsızım

Keşke (iddialara göre 'keşke' demek de şeytanın işiymişşşş!) şu doğuştan olumlu insanlardan biri olsaydım. Var öyle insanlar, herşeyden, her durumdan keyif alıyorlar. Mesela Tombi'nin okulundaki güvenlik görevlisi öğlen 40 derecenin altında yüzünde kocaman bir gülümsemeyle 'Merhabaaaa' diye bağırıyor ve yapmacık değil kesinlikle. Ben ise tam o sırada 'Bu nasıl sıcak ya, offff ya' diye söyleniyor oluyorum içimden.

Bir de aynı bizim gibi çoluk çocuk bu otelde kalan anneler var, onların da en az iki küçük çocuğu var ama kadınları görmeniz lazım; fıkır fıkırlar, neşeliler, bakımlılar, süslüler... Ben ise ikinci derim halime gelmiş kot şortum ve sürekli toplu saçlarımla pufffflarak dolaşıyorum etrafta.

İnsan değişebilir belki ne bileyim herşeye olumlu bakmaya çalışabilir ya da bakımlı, süslü olmak için çaba sarf edebilir. Ben de deniyorum arada ama yok olmuyor. Olumlu, neşeli olma halinin genetik olduğuna inanıyorum artık yani hamurunda olması lazım neşenin, güzelliğin.

 

 

24 Eylül 2014 Çarşamba

Lokum'un Doğum Günü

Lokum'un ileride bu blogdan haberi olur mu bilmem ama kaotik yaşantımızda olur da bugün günlüklerine yazamam diye buraya kızımla ilgili yazayım istedim.

Tombi uzun uğraşlar sonucu bize geldi, aşılama yöntemiyle. Ve bir daha çocuğumuz olmayacağı neredeyse kesindi! Lokum ise kendi kendine geldi. Tam filmlerdeki gibi. Garmin'e yurtdışından döndüğü akşam 'Sana bir sürprizim var, gözlerini kapat' dedim ve ultrason görüntüsünü eline tutuşturdum, kalp krizi geçiriyordu. Hızlı geçti hamilelik ve Lokum'u kucağıma aldığımda herşeyi bilir bir hali vardı, kendi kendine meme emmeye başladı.

Tombi gibi el bebek gül bebek geçmedi ilk yılı. Tombi'nin vurmalarına, kıskançlıklarına maruz kaldı, kalıyor. Maalesef daha çok annem ilgilendi onunla çünkü bir taraftan da Tombi'nin ihtiyaçları sözkonusu. Mesela Tombi'yi hep ben uyuturdum, Lokum gündüzleri genelde hep annemle uyudu.

Neşeli ve güçlü bir kız Lokum. Her ortama hızla uyum sağlıyor. Tombi gibi cilveli değil ama, yabancılara öyle hemencecik yüz vermiyor. Elleri çok becerikli, şimdiden kalem tutup birşeyler çiziyor, çıkartma yapıştırıyor, kendi kendine oynayabiliyor. Hareketleri çooook hızlı. Kendi başına yürümüyor henüz ama elinden tutunca koşarcasına ilerliyor. Yemekle çok arası yok ama kendi kendine yiyebiliyor.

Abisini çılgınca seviyor, onu görünce kahkahalar atıyor ve heeeep onun yanına gitmek istiyor. İkisiyle ilgili tek dileğim var; birbirlerini çok sevmeleri ve iyi anlaşmaları. Gerçi şu anda bu konuyla ilgili umutsuz bir haldeyim ama inşallah severler birbirlerini.

Böyle işte Lokumcum, seni çok seviyorum, iyiki katıldın aramıza, iyiki doğdun. Sağlıklı, mutlu, neşeli, huzurlu, dilediğin şeyleri zevkle yapabileceğin, hayattan keyif alabileceğin, kendin olabileceğin, renkli, güzel nice yılların olur inşallah.

Birtanemsin.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Şikayet Edeyim Dedim, Evren İzin Vermedi

Dün başlığa 'Kimseye Etmem Şikayet' yazıp, bir güzel döktürdüm Dubai'yi nasıl da sevmediğimi çünkü kime (annem ve ablam) birşey desem verdikleri cevap hep aynı 'Aaaa şikayet etme, sen de yani şükret vs'. Ben de oturayım yazayım, rahatlayım dedim. Fakat çok bilmiş Evren yine yaptı yapacağını; blogu yazdığım uygulama bir türlü yayınlamıyor yazımı! 20 kere filan denedim, ipadi açtım kapadım, neler neler yaptım olmadı ve sonunda ortadan kayboldu yazdıklarım! Yine yazarım hırsıyla eve döndüm (hala otelde kalıyoruz bu arada, şikayetlerimden biri de buydu).

Sonra gece bir türlü uyku tutmadı, evet yataktan huylanmaya başladım, aldım elime telefonumu buradaki türklerin grup maillarını okumaya başladım. Ve benden daha saf bir kadının gruba Dubai ile ilgili dertlenmeleriyle ilgili maila rastladım. Tabi sonra da ona verilen cevaplara. Kadıncağız anlatmış işte sıcak, trafik, yollar, yapay yaşam, garip insanlar vb. Hatası şu; insanlara dertlenmek! Ki ben de birkaç ay öncesine kadar onun yaptığını yapar İstanbul'daki arkadaşlarıma, anneme, ablama ciddi ciddi dertlenirdim (anneme ve ablama da çok sınırlı dertlendim söyleyeyim). Okuduğum romandaki bir kadın bu dertlenme, şikayet etme, sır verme halleriyle ilgili kısaca şöyle diyordu; dertlensen, anlatsan birşey değişmeyecek, sadece diğer insanlara sana laf söylemeleri, durumunla ilgili yorum yapmaları, olayı sündürmeleri ve başını ağrıtmaları ile ilgili fırsat verceksin. Ee çoğu durumda aslında anlatsan da anlatmasan da birşey değişmiyor, o zaman anlatma, günlüğüne yaz, bloguna yaz, çeneni kapa otur,

Benim durumumda Evren, bloga yazmama da izin vermedi ve o kadıncağıza verilen cevaplarla evet olumlu yanları olduğunu da gördüm buranın ama zaten biliyordum. Buradaki sorun hepimizin yapısının farklı olması, evet şükredecek çok şey var burayla ilgili ama bu durum buranın bana uygun olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Jennifer Aniston demiş mesela 'babies don't define me', olabilir neden olmasın, şimdi kalkıp Jennifer'a 'Ama canım çocuk olayı hayatın anlamı, yaşlanınca sıkılıcaksın bak,' desen nolur, demesen nolur, sadece kadının başını ağrıtırsın.

Bahsettiğim mail silsilesini okurken, Evren iyi birşey daha yaptı. Geçtiğimiz günlerde vücudunu şahene hale getirmiş 2 çocuk annesi bir türk anneye takmıştım kafayı. Ve dün deli gibi kişisel antrenör olayına baktım buradaki, burayla ilgili böyle bir fırsat olabilir diye. Ve dün gece sözkonusu gruba mail atmış türk bir antrenörün mailine rastladım! Kendisine bugün mail atacağım, mesela bu kadınla spor yapsam ve yaza vücudum şöyle taş gibi olsa, evet burayı sevebilirim. Bu kişisel antrenör fikri de yine yarım bıraktığım bir romandan. Şişman, depresyonda bir kadın uçağa biniyor ve yanına ünlü bir kişisel antrenör oturuyor ve adam kadının spor eğitmeni oluyor. Olayların ikisi arasındaki tatlı bir aşka bağlanacağını hissettiğim anda ben kitabı bir kenara fırlattım. Ama ondan beri sürekli 'neden ben böyle insanlarla karşılaşmıyorum ya?'diye düşünüp durdum. Ve Evren, canım Evren, yine yaptı yapacağını. Hadi ben şu kadına bir mail atayım.

 

14 Eylül 2014 Pazar

Kaptırdım Gidiyorum

2 gündür çok şükür kaybolmadan Tombi'yi 2 set okula götürüp getiriyorum. Çok ağlıyor yahu! İngilizce bilmemesi ve insanlarla iletişim kuramaması onu çıldırtıyor büyük olasılıkla. Çok sinir bozucu ve zor. Her sabah 'Bugün okula gitmiycem anneeee' diye başlıyoruz güne. Umarım alışır en kısa zamanda.

Otelde kalmaya başlayalı tam 17 gün olmuş, şaka gibi. Rekora gidiyorum. Fakat itiraf edeyim dün gece otel yatağı huylanması ve uyumama hali geri geldi. Uyuduğumda gece 2'ydi, sabah kalktığımda ise saat 6! Kendime kolaylıklar diliyorum.

Otel odasının yanısıra 17 gündür 7/24 annemle beraber olmak da baydı. Evet nankörüm, çocukları tek başıma idare edemezdim ama annem de cidden bunaltıyor insanı. İstanbul'da akşam evine gidiyordu da rahatlıyordum bir iki saat.

En kısa zamanda ev olayına gireriz umarım. Daha işimiz çok, eşya alınacak, ev temizlenecek vs. Eşyaları buraya getirmeyerek iyi ettik de onları ne yapıcaz? Keşke kendi kendilerine ortadan kaybosalar.

Geldiğimizden beri iğrenç besleniyordum. Sürekli hamur işi, gizli gizli yutulan M&M'ler, pastalar derken. Dün kendime 'dur!' Dedim. Ve şöyle bir cümle belirledim 'Yiyebileceğin en sağlıklı şeyi ye!'. Mesela kahvaltı da peynir ekmek yiyebiliyorsan, onu ye. Kalkıp kruvasan yeme gibi. Dün işe yaradı, umarım devam eder. Yaptığım incelemeler sonucu gördüm ki zayıf insan her türlü iyi gözüküyor. Bir kadın var instagramdan takip ettiğm, gayet basit şeyler giyiyor ama öyle güzel bir zayıflığı var ki şahane gözüküyor. Ben de şişman değilim ama etliyim işte, şöyle incecik olmak istiyorum. Yıllardır istiyorum ama inşallah bu sefer cidden incelicem. Spor da şart tabi.

Böyle işte kaptırdım gidiyorum.

 

 

10 Eylül 2014 Çarşamba

Evren Bana Kafayı Taktı Hadi Hayırlısı

Evet babamı kaybettiğimiz gün Tombi'yi yanımda Garmin'le birlikte okula götürdüm. Ertesi gün yine aynı şekilde gittik geldik. Yani araba kullanmaya alışmıştım, hepimiz öyle sanıyorduk.

Bu da şahane bir kitapçı

Pazar günü, burada haftanın ilk günü geciktiğimiz için okula giderken arabayı Garmin kullandı. Ve okul bitiminde Tombi'yi ben alacaktım. Neyse uzatmayayım, arabaya bindim, tek başına haliyle. Çıktım otoparktan gidiyorum, bu arada okula giden yol bomboş yani 3 araba filan var yolda, yani panik olacak birşey yok. Ama ben de bir gerginlik var tabi, kanımın damarlarımda akışını hissediyorum ve o okula dönen sapağı kaçırdım! Şoka girdim o an, arabayı sürüyorum ama nereye sürdüğümü bilmiyorum öyle gidiyorum. Oklar, tabelalar hiçbir şey ifade etmiyor. Tabi bu süreçte arabaların sayısı 3'ten 33'e çıktı, dutayım diyorum duracak yer yok, eeee Tombi'yi okuldan almak lazım. Garmin'i aradım, 'Tombi'yi al okuldan, kayboldum' deyip kapattım. Gidiyorum ama nereye? Kendimi bir otobanda buldum, arabalar yanımdan ışık hızıyla geçiyor, tabelalara bakıyorum, hiçbir şey ifade etmiyor, nereye gideceğimi bilmiyorum ki. Garmin'i arayayım diyorum, elime telefonu alamıyorum. Bir araba yarışının içindeymişcesine gidiyorum gidiyorum. Araba kullanmayla ilgili bir kabus yaz deseler, bu kadarını yazamam. Neyse telefonu elime aldım, Garmin aramış, arıyorum bu sefer o açmıyor. Derken otobanın kenarında bir benzin istasyonu ve Mc Donald's gördüm, artık nasıl yaptıysam en soldan en sağa geçtim ve Garmin'i tekrar aradım. Allah'tan işyerinden bir arkadaşıyla gitmiş Tombi'yi almaya, etrafımdaki şeyleri söyledim ve beni buldular.

 

Ömrümden ömür gitti diyebilirim, gitti de ne oldu, burada öyle ya da böyle araba kullanmak zorundayım. Alternatifi yok, Dubai'den başka expat olarak gelecek yer bulamadık! Git arkadaşım toplu taşımanın geliştiği, havanın soğuk olduğu bir Avrupa ülkesine. Bu nasıl bir sınav Evren???? Sevmediğim herşey yeni hayatımın içinde: araba kullanma zorunluluğu, sıcak, yüksek binalar, kapalı alanlarda geçen hayat.... Daha sayayım mı?

O günden beri araba kullanmadım, artık bugün kullanmam planlanmıştı Garmin tarafından çünkü o da zırt pırt işten çıkmak zorunda kalıyor Tombi'yi getir götür için. Ve bu sabah ne oldu? Sağ elimin parmaklarını elektrikli ocağa yapıştırmak suretiyle yaktım. Hem de nasıl yakmak! Acısından ağladım, ki ben kolay ağlamam. Yine arabayı kullanamadım. Bir taraftan seviniyorum, bir taraftan da bu gidiş gidiş değil diyorum içinden. Yani yaşayamam burada araba kullanmadan. Ne diyeyim 'İnsafa gel Evren, yolları kolay anlamam için yardım et şekerim ya, cesaret ver bana, iyi davran be gülüm bu sudan çıkmış balık kuluna'

 

 

9 Eylül 2014 Salı

Deneme Deneme

Ipadden daha rahat yazabilmek ve bir de üstüne fotoğraf ekleyebilmek için bir uygulama buldum. An itibariyle onu deniyorum, bakalım olacak mı?

Benim hedefim rahat rahat fotoğraf eklemekti, oldu ama istediğim yere koyamadım. Olsun bu da bir aşama!

 

 

8 Eylül 2014 Pazartesi

İstediğin Kadar Kaç Vol:2

Bilen bilir ben otel odalarında kalmayı sevmem. En şahane tesis olsa bile en fazla 3 gün sonra fena halde huylanmaya başlarım; bu çarşafları değiştirmeden önce adam ya yere koyduysa, yastık kılıfını kim elledi, bu havlular yere düştükten sonra katlayıp koymuş olabilirler mi, tuvaleti kim bilir nasıl temizliyorlar vb. Bazen o kadar takarım ki geceleri uyuyamam.



Fakat bizim şu çok bilmiş Evren bu konuda da yaptı yapacağını. Tam 10 gündür otelde kalıyoruz ve 2 hafta daha buradayız. Ve ben geride kalan 10 gün içerisinde, işin içinde 2 çocuk da olduğu için bayağı bir değiştim. Tombi mesela geldiğimizden beri artık stresten midir nedir sürekli yerlerde yatıyor, yere sokakta, otelde, alışveriş merkezinde çıplak ayak basıyor, ayakkabılarıyla bizim yatakta zıplıyor ve yeni ben, Evren'in yeni yaratımı ben ne yapıyorum, çocuğu yıkamadan etmeden bir güzel yatağa yatırıp uyutuyorum. Tombi'nin ayakkabılarıyla üstünde zıpladığı yastıklara kafamı koyup mışıl mışıl uyuyorum. Yere düşen oyuncakları gülümseyerek Lokum'a uzatıyorum bir güzel ağzına soksun diye. Otel odasında çıplak ayak dolaşıp, şahsımın yere düşürdüğü havlularla bir güzel kurulanıyprum. Ve oda temizliği sırasında tertemiz çarşafları iğrenç durumdaki bavulumuzun üstüne koyan Hintli Ravi'ye gülümseyerek bakıyorum. Eskiden olsa 'iğrennnnçççç, temiz çarşaf bavulun üstüne mi konur?' diye 3 gün depresyona girerdim.

Yemin ederim bu Evren işini çok iyi biliyor, ben adam olayım diye elinden geleni yapıyor.

2 Eylül 2014 Salı

İstediğin Kadar Kaç

Bugün tam da babamı trafik kazasında kaybetmemizin 20. yılında tekrar araba kullanmak zorunda kaldım. Hem de 4 gündür yaşadığımız bir ülkede ve neredeyse 10 yıldır direksiyon başına oturmamışken. Bir de arka koltukta Tombi varken. Kendisini bundan sonra her gün benim okula götürmem ve bir de üstüne almam gerekiyor. Sanırım kaçtığın neyse sen istediğin kadar kaç gelip gerçekten seni buluyor. Beni buldu işte. Garmin'in iş nedeniyle tayini, toplu ulaşımın geliştiği bir Avrupa ülkesine değil de yolların uçsuz bucaksız olduğu, herkesin dev arabalarını çılgınca kullandığı ve trafiğin hiç durmadığı bir Arap ülkesine çıktı. Benzin ucuz ya herkes araba kullanıyor! 

Buraya gelmeden önce pek cesurdum, 'ne var ya kullanırım tekrar' diyordum. Ama bu sabah kalktığımda bir de baktım günlerden babamın öldüğü gün ve ben araba kullanmak zorundayım. Allah'tan Garmin de yanımdaydı, bu hafta o da olacak gelip giderken ama gelecek haftadan itibaren ben ve Tombi gideceğiz. Yollarda öyle uzuuuun ki bir türlü hafızaya alamıyorsun. Bugün sadece götürdüm, yarın hem götüreceğim hem getireceğim. Allah'a emanet, Allah iyi şoförlerle karşılaştırsın ne diyeyim.

Tabi araba kullanmayınca hayat da sınırlı burada. Şu an sadece okul yolunu bildiğim için Garmin işe gittikten sonra ev bulana kadar kaldığımız otelde kapalı kalıyoruz. Alt katta saçma bir Arap restaurantı ve bir de küçük havuz var, işte idare etmeye çalışıyoruz. Her gün Bağdat Caddesi'ne 20-25 dakikada yürüyorum diye dertlenen bana yine şu çok bilmiş Evren ve tabi Yaratıcı dersini verdi: "Buyur canım, uzaklık, evde sıkılmak nasıl olurmuş gör" dedi. Alacağım dersimi tabi...

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Yazalım

Tombi'nin oyun grubunda son 3 günü. Yani benim tek başıma kahve, sigara içtiğim günler sona eriyor:( 

Yazmak istediğim bir sürü şey var -dı ama yorgunluk, stres, şaşkınlık ve tabi uykusuzluk nedeniyle herşey aklımdan uçup gidiyor. 

İnsanın şöyle rahat rahat konuşabileceği birileri olmalı hayatında. Ben bu açıdan ziyadesiyle şanssızım şu aralar.  Konuşsam da anlatacak pek birşeyim yok aslında. 'Çok uykusuzum, keşke bir yardımcımız olsa, eski evimizi çok özlüyorum, ablam bir garipleşti son aylarda, bazen belki de sık sık Garmin fena halde sinirime dokunuyor, bir yardımcımız olsa keşkeeee -ev işlerinden ve yemek yapmaktan tüm kalbimle nefret ediyorum- , bir şekilde çalışmam lazım ama 9 yıldır çalışmıyorum ve ne iş yapacağımı hiç ama hiç bilmiyorum, neredeyse 20 yıldır arkadaş olduğum insanlar hayatlarında ilerlerken ben yerimde sayıyorum hatta geriliyorum ve aslında onlarla gerçek bir arkadaşlığım olduğu da söylenemez, zaten arkadaşlık dediğin ne ola ki, çocuklarımı çok seviyorum ama sanki onlara da iyi annelik yapamıyorum, Tombi sinirli bir hal almaya başladı son günlerde ve ben de ona bağırıp sonra vicdan azabından kahroluyorum, fit olmak istiyorum ama hep 'ama'larım var. 

Şöyle bir filmin içindeymişcesine, birden ayağa fırlasam ve hayatımın kontrolünü elime alsam ve 10 dakika sonraki sahnede incecik vücudumla, çocuklar birlikte oynarken, harika bir yemek pişirirken görünsem? Ve filmin geçtiği iç mekansa ablamın Hamam Sokak'taki eski evi olsa? Yarabbim hayale bak, yine bir ev olayı! Bozdum kafayı evlerle. Param yok pulum yok Bağdat Caddesi'ne yakın ev hayalleriyle ve zayıflama fikriyle hayata motive oluyorum. Acaba tedavim mümkün mü? 

Ve acaba Hamam Sokak'ta otursam gerçekten mutlu olur muyum? Mutluluk senin içinde şekerim, dön de içine bak, hey!!!!



5 Temmuz 2014 Cumartesi

Bir Aile Manzarası

Sabah Tombi'yle Kurabiye Parkı'na gittik. Ablam gelince ben kafe kısmına gidip kahve eşliğinde keyif yapmak için oturdum biraz. Ve o sırada gözüme bize benzer bir aile ilişti; yaşı henüz küçük bir büyük çocuk ve bebek kardeş. 

Anne boynuna emzirme önlüğünü takmış -ki hava sıcakken hiç çekilir birşey değil- bebeği emziriyor. Doğru düzgün kahvaltı yapabilmiş mi Allah bilir. Bu esnada küçük abi annenin yanındaki sandalyede ayakta duruyor ve emziren anneyi her türlü rahatsız ediyor. Onun da işi zor, o da annesinin kucağında olmak istiyor ama şartlar müsait değil. Anne hem emzirip hem büyüğe laf yetiştiriyor, onunla da ilgilenmeye çalışıyor. Yüzünden belli, şişmiş kadıncağız. Aaaa peki çocukların dünyaya gelmesinde katkısı yadsınamaz, çok sevgili koca ve aynı zamanda baba kişisi nerede? Sıkı durun! Kendileri annenin ve çocukların olduğu masanın hemen önündeki masada sigarasıyla sıcak kahvesini yudumluyor!

Ben içimden ' Yuh be, büyük çocuğu al da kadıncağız rahat etsin,' diye haykırırken, anne 'oğlanı biraz yanına alır mısın?'diyor. Sakin bir kadıncağız maaşallah. Adam çocuğu karşısındaki sandalyeye oturtup keyfe devam ediyor. Ne diyeyim, yazılı olarak 'hıyar' diyeyim en kibarı. 

Yarım saat sonra da Kurabiye Parkı'nı terk ederken gördüm bu aileyi; baba kırlaşmış ve fakat ona karizmatik bir hava veren saçları ve atletik vücuduyla havalı havalı yürürken, anne hantal ve ağır bedeniyle adamın yanında gidiyordu. Kadın da istemez mi havalı gözükmeyi? İster tabi ama nasıl vakit bulsun da diyetisyene, spora ya da yürüyüşe gitsin? Kendimden biliyorum, zor dostum.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Diyetisyene Gidiyorum Diye

Evden çıktım. Tombi ağlıyordu, Lokum mızmızlanıyordu ama çıktım işte. Şöyle bir yerde oturup tek 
başıma kahve içesim, birşeyler okuyasım vardı. Büyük öküzlük yaptığım, biliyorum. Daha önce 3-5 kere daha yaptım bunu. Evdekilere 'Diyetisyene gidiyorum,' diyorum, diyetisyene 'Yurtdışındayız 1 ay, dönüşte ararım,' diyorum. Bu arada tabi diyet filan yalan oluyor. Hatta diyetisyene gidiyorum diye evden çıktığım günler genelde koca bir dilim pasta yiyorum. Sonra hem çocukları annemle bırakmanın, hem de pasta yemenin vicdan azabıyla bunalıma giriyorum. Bir de ertesi gün giydiğim şeyler dar gelirse bunalım katmerleniyor.

Birkaç hafta önce eve yakın başka bir diyetisyenden randevu aldım bir de. Yurtdışına gidiyorum dediğim diyetisyene gittiğim zaman rezil olmayayım diye...O zamana kadar yeni diyetisyenle birkaç kilo veririm diye düşündüm. Kilo vermeyi çok ama çok istiyorum. Yeni diyetisyen de tatlı biri çıktı. Ücreti de şahane. Birkaç gün güzel uyguladım sonra geçtiğimiz Cumartesi doğum günüm için ailemin bana sürpriz olarak organize ettiğini sandığı kutlamada pasta yedim, bir de çok mamasız buldum sürprizlerini. Pasta rezaletti zaten, ablamın kocası dışında hepsi biliyor en çok sevdiğim pastayı ama pastayı ona aldırmayı tercih etmişler. Ve o günden bugüne yemeye devam ediyorum. Yarın tekrar yeni diyetisyenin listesine başlayayım diyorum ama bakalım.

Bu zayıflama işlerinde, aslında her türlü işte, mühim olan ne istediğini bilmek ve kararlı olmak! Zayıf olmak mı istiyorsun? O zaman yeme! Yok ben boğazıma düşkünüm, yemeyi seviyorum diyorsan; o da tamam, ye o zaman. Ama 'Ayyyy ben zayıf olmak istiyorum,' deme hakkın yok bu durumda. Seç birinden birini. Ben ne istediğini bilemeyen ve seçemeyenlerdenim. Diyetisyene gidiyorsan ve bir sürü para döküyorsan (eski diyetisyene büyük para verdim valla) yeme işte zayıfla ama yok, kağıt helva arası dondurma da yemek istiyorum. Kısaca benden ne köy olur ne kasaba! 

Bu arada an itibariyle yeni diyetisyenin ofisinin karşısındaki bir kafede hüplettim pastamı. Allah sonumu hayır etsin ve zayıflamam için bana irade, güç, hırs, ne lazımsa onu versin.




2 Temmuz 2014 Çarşamba

Bugün Benim Doğumgünüm!

Son yılların en ruhsuz doğum gününü yaşıyorum herhalde. Garmin yurtdışında ve şu saaat oldu aramadı!!!! Annemle dünden beri aramız bozuk, aslında her zaman bozuk da bu sefer biraz daha ciddi ve işin kötü yanı Garmin yok diye bizde kalıyor ve doğum günümü doğal olarak iplemiyor. Ablam doğum günüm diye işten izin alıp sabahtan bize geldi ama oruç tutuyormuş kendileri, oruç tutarken ve akşam için planı varken, gündüz benimle nasıl bir doğum günü kutlaması hayal etti bilmiyorum.

Cumartesi günü güya bana sürpriz parti yaptıkları için bugün ne bir pasta aldılar ne de bir hediye. Tamam Cumartesi hediye almışlardı - ortak bir hediye o da, yani tek bir hediye - ama insan sembolik de olsa küçük birşey bekliyor.

Kısaca hayal ettiğim gibi bir doğum günü olmadı hiç. Sıradan günlerden bile daha sıradan oldu ve bir yıl daha gitti hayatumdan.

Bugünün belki de tek güzel yanı; benim gibi doğum günlerine çok meraklı oğlumun beni sık sık öpmesiydi. İyiki Tombi ve Lokum var ve iyiki doğdular.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Dağınıklık

Ev o kadar dağınık ki anlatmaya kelimeler yetmez. Salon oyuncaklaşrın istilası altında, mutfak da yerler çocukların döktüğü ve benim silmediğim yemek artıklarından izler taşıyor. Çocukların odalarında yerlerde oyuncaklar, çekmeceler karmakarışık...Bizim oda da aynı şekilde ve ben dağınıklığı hiç ama giç sevmem. "Eeee o zaman toplaaaa," diyebilirsiniz ama yok an itibariyle toplanacak gibi değil bir devrim gerekli evi adam etmek için.

Cuma sabahı, mesela evi toplayacağıma, hep beraber kapıyı çekip çıksak ve bir daha dönmesek diye düşündüm. Burası kalsın böyle ve biz az oyuncak ve az giysi alacağımız yeni bir hayata başlasak. Başka türlü hayatımıza düzen gelmeyecek gibime geliyor. Oyuncaklar derli toplu olsun diye aylar önce hepsini kategorilere ayırıp kutuladım. Güya her hafta başka bir kutu indirecektim ve onunla oynanacaktı. Fakat işler tabi öyle gitmedi. Tombi kutuların yerini keşfettikçe sürekli hepsini indirtti, açtı ve dağınıklık katlanarak arttı. Kategoriler, kutular büyük bir yalan oldu. Ve oyuncakları ben toplamazsam herkes boş bulduğu yerlere tıkıyor. Mesela temizlikçi ablamız bu tıkma konusunda on numara bir insan. Öyle bir tıkıyor ki herşeyi, ilk bakışta ev topluymuş gibi geliyor insana ama yakından bakınca herşey tıkış tıkış. Bazı günler toplayamıyorum bile oyuncakları, kelimenin tam anla mıyla ayağımla şöyle bir ittiriyorum ve kanepeye uzanıyorum.

Oyuncaklar dışında bir de açmak istemediğim çekmeceler ve dolaplar var, özellikle mutfakta. Mesela bir tabak mı çıkartmak gerek, önce o dolaptan başka şeyleri çıkartmak gerekiyor. Buzdolabından mesela peynir mi alacaksın, önce mutlaka üç beş birşey çıkartman gerek. Bazen de tam peynire ulaşacakken, stratejik bir hata yapıp, bir kavanoza dokunabilirsin ve bu noktada da yerden cam kırıklarını temizleme sürecine hoşgeldiniz! Haftada ortalama bir adet cam kap kırıyoruz desem açıklayıcı olur sanırım.

'Derli Toplu' diye bir oluşum var, şirket gibi. Evinize gelip, dolaplarınızı organize ediyorlar, evi derli toplu hale getiriyorlar. Param olsa anında çağırırım onları ve evi çiçek gibi yaparım. Belki onlardan önce bir de stil danışmanı ya da gardrop danışmanı çağırırım, dolabımdaki saçmalıklardan beni bir güzel kurtarsın diye. Düşüncesi bile mutlu ediyor. Belki de o şirkette staj yapmak için başvurmalıyım, ayyyy ne güsel olurdu, önce kendi evimi toplar, sonra başka evlere yelken açardım. Neyse ben gidip oyuncakları ayağımla bir kenara ittireyim en iyisi,

10 Haziran 2014 Salı

Sadece Balık Yemek İstemiştim

Dün gece Tombi de Lokum da doğru düzgün uyumadı. Hayalet gibi odadan odaya gezdim durdum. Sabah uyandığımda salondaki kanepede yatıyordum ve yanımda Tombi vardı. Bir an 'Ulan Lokum'u ne yaptım, saat kaç? Ben kimim?' gibi stratejik sorular geçti aklımdan. Koşarak içeri gittim. Lokum annemle bizim yatakta oynuyordu. Saat 7'ydi ve benim çok uykum vardı. 9:30'da Tombi'yi oyun grubuna götürdüm. Bir kahve içtim, dönüş yolunda Tombi uykusuzluktan türlü arıza çıkardı. Nihayet eve ulaştığımızda da salıncakta sallanmak istedi. Tersliği üstünde diye bulaşmadım ve emektar temizlikçimiz Ş.'yi aradım çünkü açlıktan bayılmak üzereydim, diyet yapıyorum da. Ş.'ye buzluktaki paketli balığı çıkarmasını, kaynar suya poşetiyle atıp, 15 dakika haşlamasını söyledim, bir de salata yapsan süper olur deyip, Tombi'yi sallamaya devam ettim.

Eve girdiğimiz anda Tombi 'Mememmmm, emziğimi verin," diye bağırırken, Lokum üstüme atlayıp, tuvalete girmeme bile fırsat vermeden meme emmeye başladı. İkisi de tepemden çekildiğinde koşarak mutfağa gittim. Tek hayalim balıkla salata yemek ve nihayetinde kilo vermekti. Fakat Ş. maalesef balığı poşetinden çıkarıp kaynar suya atmıştı ve balık bir lastik tadındaydı. Yiyemedim ve ziyadesiyle sinirlendim ama tabi belli etmedim. Medeni insan sinirini belli etmez. Salatayı peynirle ve 2 dilim ekmekle yedim. Halbuki bir dilim ekmek yemeliydim. Bir de üstüne doymadım. Tam bu sırada mutfağa gelen annem, "Dolapta bir balık daha var, onu yapayım sana," dedi. Başta itiraz ettim ama doymamıştım, olur dedim. Ben Lokum'la ilgilenirken, mutfakta Ş. ve annem, "Yok canım poşetsiz haşlıyoruz, yoksa poşetli mi?" diye tartışırken, dahi annem ben yetişemeden balığı poşetsiz olarak kaynar suya atıverdi! Şaka değil gerçek. Balığı da tencereyi de duvardan duvara vurmak istedim ama medeniyeti kısmen de olsa elden bırakmadım. Anneme bir miktar söylendim sadece. Fakat bir balık uğruna söylenmem annemi sinir etti. "Ne olmuş balıklar ziyan olduysa, kazayla adam ölüyor," diyerek nedense bizi büyütürken hiç sahip olmadığı bir anlayışa sığındı. Hayır biz çocukken de mesela kırılan dökülen, kirlenen şeylerle ilgili bu kadar anlayışlı olsaydı hayat da biz de farklı olurduk. 

Neticede balığı yiyemedim, karnım da bir türlü doymadığı için 2 bebe bisküvisi ve bir avuç leblebi yiyip diyet listemin fena halde dışına çıktım. Zaten bir haftadır her sabah diyete başlamaya çalışıyorum ama olmuyor. Ve diyet listemin dışına çıktığım ve bir türlü diyetisyenlere döktüğüm paranın karşılığını veremediğim için iyice sinirlerim bozuluyor. Allah'tan çocuklar uyudu ve ben de bir beyaz çay, üstüne de türk kahvesi içerek iştahımı kesmeye çalıştım.

Bu arada bu dondurulmuş balık işi çok pratik, şiddetle tavsiye ederim.

Ve bu yazıyı tabi ara vererek yazdım ve benim rejim kelimenin tam anlamıyla havaya uçtu! Simitler, reçelli ekmekler... Bu kilo verme işi çok sinir bozucuuuu.

9 Haziran 2014 Pazartesi

Sana Kek Yapamadım Yavrum

Benim gariban, günlükten bozma blogum birileri tarafından kurcalanmış, şifresi değiştirilmiş vs. Bu geçen haftalarda olan birşey, ben de bunun üzerine çok zorlu yeni bir şifre uydurdum. Bugün de, ilginç bir şekilde vaktim varken, şöyle bir döktüreyim istedim. Fekat o da ne? Kendi yaratımım olan şifrenin yerinde yeller esiyor, zihnim şifreyle ilgili kelimenin tam anlamıyla bomboş, beyaz bir sayfa. İnsan hiç mi birşey hatırlamaz. Yok hatırlayamadım ve yeniden bir şifre uydurdum, duma duma dummmm. Umarım bu sefer unutmam diyor ve yazmaya başlıyorum.

Buraya yazmayı çoğu zaman manasız buluyorum ama elalemin bloglarını okumayı çok sevdiğimden ve yazmak hoşuma gittiğimden nedense arada sırada yazasım geliyor. Keşke şöyle düzenli ve konu itibariyle akıcı birşeyler yazabilsem ama olmuyor. Neyse ne demişler "olduğu kadar, olmadığı kader"

Günler ışık hızıyla ve tam anlamıyla amelece işlerle geçiyor. Ev işlerini bir toz tanesi kadar sevmediğimden - bu arada sevenin de aklına şaşarım - ve günün bir bölümünde her normal, çalışmayan kadın gibi bu manasız işlerle meşgul olduğumdan bunalıyorum, şişiyorum. Yok bulaşık makinesini boşalt, çamaşır makinesini çalıştır, kıytırık bir yemek pişir çocuklara, evi topla, masayı hazırla, aaaa yere birşey dökülmüş sil falan filan. Yazmak bile bunaltıyor. Her gün evini pırıl pırıl yapıp, bir de üstüne sevgili kocalarına 3 kap yemek pişiren kadınları ayakta, avuçlarım kıpkırmızı olana kadar alkışlıyorum. Ben vallahi billahi yapamıyorum. Mesela bazı anne arkadaşlar "Bak çok güzel bir kek tarifi buldum, sen de yap," deyip tarifi yolluyorlar. Bir ümitle açıyorum, kendimi gaza getirmeye çalışıyorum ama tarife bakınca pıssss diye sönüyorum. Malzeme çok ve çeşitli, onu onla karıştır, yok göz kararı şöyle yap, böyle yoğur filan derken yoruluyorummmm.

Ertesi gün

Dün başlayan yazma girişimim tabiki kesintiye uğradı, konudan koptum. Fakat son dönemde sürekli olarak "herşeyi kendimiz yapmayı öğrenmeliyiz" diye sayıklayan ablamla bu sabah telefonda konuşmam beni tekrar "kendin pişir kendin ye" konusuna bağladı. Hızlı tüketimle dönen dünyamızın yakın zamanda sonu gelse ne halt edermişiz? Mesela ekmek yapmayı, tarhana yapmayı, ekip biçmeyi, dikiş dikmeyi bilsek herşey ilkel bir duruma dönse bile kurtarırmışız kendimizi. Erkek çocuklara ata binmeyi, ok atmayı vbni öğretmek, kız çocuklara ise yemek yapmayı, dikiş dikmeyi vbni öğretmek gerekirmiş. Benim aklımda ise Tombi'yi tenis ya da yaratıcı drama kursuna götürmek, Lokum'u ise baleye yazdırmak vardı. Ablamla konuşurken patlayacağım sandım, kendisine de söyledim bunu ama dinlemedi. "Sen bir dene bakalım ekmek yapmayı," demeye devam etti. Benim aklım ise o sırada içinde bulunduğum elbiseler ve eteklerdeydi, öyle güzellerdi ki. 'Şöyle incecik olsam, tiril tiril şunları giysem, sokaklarda salınsam havalı havalı' diye düşünüyordum. Telefonu kapattım, Tombi'yi oyun grubundan alıp eve geldim. Yakındaki bir cafede etli bezelye ve elmalı kek yedi. Ben yapsam daha mı iyi olurdu herşey? 2 çocukla, bir de annemin yardım ederken herşeyi dağıtmasıyla mümkün mü? Yok bence değil. Ve gerçekten ama gerçekten hiç ekmek yapmayı öğrenesim yok. Büyük olasılıkla bizim çocukları, okuldan geldiklerinde sıcak kek kokusu karşılamayacak, onların da başka anıları olsun canım. Olmadı bu işe kafayı takmış teyzeleri yapsın keklerini. Benden bu kadar!


12 Mayıs 2014 Pazartesi

Kaç Ay Oldu Yazmadım

Vallahi zaman öyle hızlı geçiyor ki, aylar olmuş yazmamışım, farkında bile değilim. Bu arada zihnimden sürekli yazdım birşeyler ama tabi blogla zihnim arasında bir bağlantı olmadığı için ortada birşey yok.

Geride kalan günlerde yoğun olarak annelik yaptığımı söyleyebilirim. Tombi iki buçuk yaşına girmek üzere, Lokum ise neredeyse 8 aylık olacak. Varlıklarına binlerce şükür, iyi ki varlar. Ve fekat çok yorulduğum da bir gerçek. İki çocuk eşittir çok çılgın bir hayat, hele bir de yaşlar yakınsa, ikisi de bezliyse, ikisi de anneye bağımlıysa vb. Tabi iki çocuklu hayatın bizim için zor olmasında benim beceriksizliğim de etkili. Yapı olarak ağır bir insan değilim ama iş ev işlerine, yemek yapmaya gelince kanım çok ağır akıyor. Bulaşık makinasını boşaltmak, basit bir kahvaltı hazırlamak, çocuklarla evden çıkmak bile uzuuuun zaman alıyor, sinir, stres yaratıyor. Hızlı olayım, pratik olayım, bırakayım ev dağınık kalsın ama hayat aksın diyorum, yok olmuyor. Mesela annem hızlı ama o da ortalığı çok dağıtıyor. Eskiden olsa anneme sürekli söylenir, her yaptığına bir kulp takardım ama ona bile fırsat bulamıyorum. Burada kesmek zorundayım, Lokum uyandı!