21 Şubat 2022 Pazartesi

Yeni Bir Hafta

 Garmin'in işe gitmesi yönündeki dualarım kabul oldu! Sağlam bir kavga etmemiz gerekiyormuş meğer. Klasik olacak ama kendisinin suçlu olduğu tartışma neticesinde, bugün tasını tarağını topladı gitti. Böylece ben de evde rahat rahat takılıyorum. Rahat takılıyorum derken, bütün gün televizyon karşısında yatmadım; yatakları topladım, çamaşırları katladım, yıkanmış çamaşırları astım, bütün evi süpürdüm, makarnasever çocuklarım sebze de yesin diye, çeşit çeşit sebze rendeledim ve sos yaptım, yoga yaptım, sonra da kendime şahane bir kahvaltı hazırladım.


Aynı evde yaşadığın ve her şeyden önemlisi çocuklarının babası olan biriyle küs olmak hoş değil ama sanırım işe gitmesini bu durum sağlıyorsa, bir süre daha küs kalacağım...


Hafta sonunu çocuklar uyuduktan sonra, Netflix'ten "Love is Blind" izleyerek harcadım. Bir taraftan da "Atomik Alışkanlıklar"ı okudum, çocuklar oynarken. "Atomik Alışkanlıklar"ın yazarı, "Love is Blind"ı izlediğimi duysa, yıkılırdı sanırım ama hayat beni bu duruma mecbur ediyor. Bir taraftan, kötü alışkanlıklarımdan kurtulmak ve sürekli olacak şekilde sağlıklı alışkanlıklar edinmek istiyorum fakat bir taraftan bunalıyorum her şeyden. Evlilik, çalışmıyor olmak, arkadaş denilen bir takım insanlar, dünyada olup biten çok yoruyor beni. Ve sadece televizyon izleseydim, durum kötü olabilirdi ama kitap da okuyorum en azından. Kitabı başarılı buldum, bitirince yazayım.


"Love is Blind"ın ise hem Amerika, hem Brezilya ayağını, atlayarak da olsa izledim ve bitirdim! Korkunç bir zaman kaybı ama ben farklı insanları, farklı ülkeleri ve kültürleri gözlemlemeyi çok seviyorum. Oturduğum yerden de ancak bu kadar oluyor. İlk olarak format fantastik; kadınlar ve erkekler birbirlerini görmeden sohbet ederek tanışıyorlar. Bazıları tanıştıkları insanlarla tekrar sohbet etmek istiyor ve nihayetinde beş altı çift oluşuyor. Bu çiftler artık tek bir kişiyle sohbete devam etmek istiyor. Uzatmayayım bu sohbetin sonunda, eğer evlenme teklifi sözkonusu olursa, birbirlerini görüyorlar, eğer yüzyüze görüşme sonrası da devam etmek isterlerse, balayına gidiyorlar, sanırım 3 hafta sonra da evleniyorlar. Tabi tam evlenirken, "hayır" deme şansları da var. Bu kısa özetin ardından, gözlemlerime geçeyim; Amerikalılar özellikle kadınlar enteresan, ben de çok konuşabilirim ama bunlar cidden çok konuşuyor ve sürekli bir "ben güvensizim" muhabbeti dönüyor. Yani insan neden sürekli olarak "Ben güvensizim, ben ürkeğim, ben panik atağım" desin? Bizim kültürümüzde tam tersi bence, herkes ne kadar mükemmel olduğundan bahsediyor. Amerikalı kadınlar bayağı açık açık tüm defolarını ortaya döküyorlar. Ve Amerikalı erkekler de takmıyor bu sorunları, özellikle sohbet sürecinde, tam gaz devam ediyorlar ilişkiye. Bizim kültürümüzde ise yine bence, erkekler direkt kaçar. Açık konuşmak gerekirse, ben de kaçarım. Bazıları ciddi acayip karakterlerdi. Erkekler peki bulunmadık Hint kumaşı mı derseniz? Yok değiller, böyle çiçekli basma tadınlar. Hele bir Shake vardı, evlenme sürecine girdiği Depps adlı kadın için "Çok iyi arkadaşım, beni hiç kimse bu kadar iyi anlamadı, fakat onu teyzem gibi görüyorum" dedi. Teyzen mi? Bir diğer evlilik yolundaki damat adayımız da bilgisayar oyunları oynayıp, haftanın 3-4 akşamı arkadaşlarıyla buluşuyordu. Ona da "Şekerim, madem kendi kendine takılacaksın, niye evlenmek istiyorsun?" diye bağırmak istedim. Değişik karakterlerdi yani. İlgimi çelen noktalar ise; abartılı boydaki el tırnakları, fantastik giysiler (gündelik hayatlarında da), aşırı dağınık evler, aşırı alkol tüketimi, hayat karşısındaki rahat tavırlar, karşı cinsle süper rahat iletişim kurma hali (bizim kültürümüzde ise herkes kasıntı, yine bence), kimsenin doğal olmaması; saçından tırnağına, kirpiğine kadar.....Şimdi okuyan olursa, bilmiyorum bu bilgilerle ne yapar ama bence "Love is Blind" mutfakta yemek yaparken, ya da çok yorgun bir günün ardından kanepede yayılırken dondurma eşliğinde izlenebilir. İyi haftalar!

17 Şubat 2022 Perşembe

Küçük Siyah Elbise

 Geçtiğimiz hafta sonu, aylardır gitmeyi başaramadığımız Expo'ya gidelim dedik. Cumartesi sabahtan çıktık ve akşama kadar o ülke senin, bu ülke benim gezdik durduk. Çocuklar bizden daha çok keyif aldı tabi ama benim de, aylar sonra yaratıcı ve sanatsal çalışmalar görmem, etrafımdaki Türkler dışında başka insanların varlığını yeniden fark etmem ve yemek yapmak, çocukları okula götürmek, çamaşır yıkamak vb dışında bir dünya olduğunu hatırlamam açısından iyiydi. Geniş yollarda, açık havada yürümek, ülkelerin sürdürülebilirlik, mobilite ve fırsatlar temaları etrafında neler tasarladığını görmek ilgi çekiciydi. Bir de Avusturya pavilyonunun çıkışında, kafelerinde kahve içtiğim için kendimi çok şanslı hissettim. Böyle bir günün ardından bir film karakteri olsam, eve gelip üzerime rahat ve tabi şık giysilerimi giyer, elime kitabımı ve kahvemi alır, pofuduk kanepemin üzerine yerleşirdim. Çocuklar da odalarında kitap okuyor ya da oyun oynuyor olurlardı. Benim dışımda ailenin geri kalanı film karakteri moduna hemen girdiler ve evde keyif yapmaya başladılar. Garmin kanepede, telefonuna bakıyordu. Çocuklar üstlerini başlarını yerlere fırlatmış, bağıra çağıra odalarında takılıyordu. Bense önce makineye çamaşır koydum. Hızla mutfağa geçip, yemek hazırlamaya başladım. Sonra kuruyan çamaşırları toplayıp, katlayıp yerleştirdim. Bulaşık makinesini boşalttım. Yemek yedik, masayı toplayıp, bulaşıkları yerleştirdim. Çamaşırları astım. Çocuklara yüzlerce kez, ellerinizi yıkayın, dişlerinizi fırçalayın, kirlilerinizi sepete atın, yaw biraz kitap okuyun diye bağırdım. Garmin tabağını, mutfağın salona bakan tarafından lavaboya bıraktı ve arada bir bana 'niye bağırıyosun?' gibilerinden ters ters baktı.



Pazar sabahı da film karakterleri ve ben kalktık. Hedef yine Expo'ydu. Ben kahvaltıdan, yanımızda götüreceğimiz yiyecek içeceğe kadar her şeyi hazırladım. Garmin ve çocuklar ise kendilerini hazırlayıp kapıya geldiler. Neyse vardık yine Expo köyüne, istediğimiz bölgeye gitmek için otobüse bindik. Ben üstümde siyah tayt, siyah kazak, sırtımda çanta, saçlarım saçma sapan toplanmış bir halde otobüsün içinde beklerken, küçük siyah elbiseli bir kadın, kocası ve küçük çocuğu bindi otobüse. Kadının sarı saçları dümdüz ve açıktı. Üzerinde şu her moda dergisinde bahsedilen 'küçük siyah elbise' vardı. Ayağında siyah beyaz çizgili, minicik topuklu ayakkabılar ve elinde de, benim elim kadar bir çanta...Kırmızı ojeler, pırlanta yüzükler. Bu kadar! Ama nasıl şık. Ben bir taraftan kadını inceliyor, bir taraftan da 'yaw bunlar yanlarına çocuk için yedek kıyafet, su, atıştırmalık almamış mı?' diye düşünürken, bir baktım, çocukçağızın sırtında küçük bir sırt çantası var, o kadar. Beraber indik otobüsten, onlar da bizim arkamızdan Almanya için sıraya girdiler. Konuşmalarından anladığım kadarıyla Fransızlardı. Ve kadın sanki hayatı boyunca hiç yemek yapmamış ya da kısaca şöyle söyleyeyim, benim yaptığım işleri yapmamış hiç gibi görünüyordu, iyi de nasıl oluyordu? Öyle güzel, öyle hafif, öyle şıktı ki... Bence pek çok kadın, onun gibi görünmek isterdi. İşin sırrı küçük siyah elbisede miydi? Yoksa kocasıyla beraber gerçek anlamda her şeyi paylaştıkları için mi kadın böyle mutluydu? Mesela ben Garmin'e 'Bir günde sen bulaşık makinesini boşaltsan?' dediğimde aldığım tek cevap var; 'Sen çalış, ben ev işlerini yapayım o zaman!' Şöyle omuzlarından tutup haykırmak istiyorum suratına 'Ne alakası var benim çalışıp çalışmamamla bulaşık makinesinin? Sen de bu evde yaşıyorsun, 4 kişinin işini tek bir kişi yapamaz!' Arada haykırıyorum ama omuzlarından tutup sarsmadan, fakat yok anlamıyor. Küçük siyah elbiseli kadının kocası, anlamış ya da anlamasına hiç gerek yokmuş, öyle büyümüş büyük olasılıkla. Zaten bir günde onlarca kadının, çocuğun, hayvanın öldürüldüğü bir ülkede, bulaşık makinesi boşaltmalarını beklemek cidden ütopik, öldürmesinler yeter.

15 Şubat 2022 Salı

Son 7 Ay

 Can sıkıntısından 2 gün önce kendi blogumda neler yazdığıma bakarken, bir de ne göreyim; biri yorum yapmış. Ne heyacan, ne mutluluk ve tekrar yazma kararı, inşallah bu sefer düzenli olarak...


Temmuz'dan bu yana, bir ülke değiştirdim ve beraberinde yeni bir ev. Ülke değişimi, çöle dönüş yani kürkçü dükkanı, alıştığım hayat ve düzen. Fakat ev değişimi vurucu hatta yıkıcı oldu çünkü maddi sıkıntılar nedeniyle başka bir semte ve başka bir apartman dairesine giriş yaptık. 21 Ağustos gecesi Garmin beni ve çocukları havaalanından alıp, hiç görmediğimiz yeni evimize getirdi ve içeri adımımı attığım andan itibaren sevmedim, sevemedim evi. Yapacak bir şey olmadığı için yerleştik tabi, ilk haftalar zor olsa da bir düzen tutturduk. Garmin evle ilgili şikayetlere kulaklarını tıkadı çünkü kira aşırı ucuzdu. 


Çocuklar uzun bir aradan sonra Eylül başında okula gitmeye ve onları okula götürmek için sabahın 6'sında kalkmaya başladım. Eski okullarına tekrar başladıkları için adaptasyon kolay oldu, çok şükür. Garmin evden çalışmasaydı her şey okulla birlikte daha rahat olacaktı ama maalesef Garmin evden çalışma konusunda kararlıydı ve hala da kararlı. 


Yoga eğitimi bitti ve yenisine başladım. Başlamaz olaydım! 200 saatin üstüne, ne gerek vardı? VE hoca saatlerce aynı şeyleri, çevirip çevirip, neden benim dışımda herkese çok yumuşak ve dingin gelen bir ses tonuyla anlatıyordu? Neden neden neden? Zoom üzerinden olan tüm dersler boyunca, elimle ağzımı kapatarak söylenip durdum ve buna devam ediyorum. Ayrıca dersler boyunca yandan telefonumda gezdim durdum. Bir şey kaçırdım mı? Hayır! Çünkü dediğim gibi aynı şeyleri farklı kelimeler ve devrik cümlelerle anlatınca, ilk yarım saat dinlesem yetiyor! Çok sıkıcı çok. Birkaç yoga dersi vermeye başladım ve maalesef yoga dersi vermeyi değil, yoga dersi almayı sevdiğimi keşfettim. Çok acı çünkü Garmin ciddi yogadan çok para kazanacağımı düşünüyor. Tabi bu kadar eğitim yatırımı yaptığım için iyi kötü ders vermeye devam ediyorum ama bu dersler bana ne finansal özgürlük, ne keyif, ne de mutluluk sağlıyor. 


Yılbaşı tatilinde çocuklarla 3 hafta İstanbul'a gittim. Tüm birikimimi cilt bakımına yatırdım ama yüzümde hala gözenekler var. 45 yaşında, işsiz olmak ve yüzünde gözenekler olması hoş bir durum değil. Dilerim kimsenin yüzünde 10 yaşındna itibaren, izi kalacak yapıda sivilce çıkmaz. Ve çocuklarım umarım bu konuda benim genlerimden uzak durmuşlardır. İstanbul tatili, Garmin'den ve evden uzak kalmak anlamında iyiydi. Fakat yine döndük geldik. Gelir gelmez Garmin covid oldu, ardından Lokum, ardından ben. Ve İstanbul'da 'Ayyyy ya yine kapatma olursa salgın yüzünden, ben ne yaparım o evde günlerce?' dememin bedelini ödedim. 3 hafta evden çıkamadık. Deliliğin sınırlarını zorladım. 3 hafta sonunda çocuklar okula döndü, fakat Garmin işe dönmedi! Bu konuyla ilgili adak adamaya, gerekirse büyü yapmaya karar verdim:) Evde yalnız kalma, tek başıma kitap okuma, dizi izleme isteğim öyle kuvvetli. Bence herkesin kendine ait bir alana ihtiyacı var, küçücük bir alan olsa da...


Şimdilik bu kadar 7 ayın özeti. Ve kendime söz; her gün olmasa da, 2 günde bir bundan sonra yazacağım yazacağım yazacağım....