26 Ekim 2017 Perşembe

Akıllısı Beni Bulmaz

Bu sabah Garmin evden çalışacağı için çocukları okula beraber götürdük. Hem arabayı o kullanacağı hem de sonrasında beraber dışarıda bir yerlerde kahvaltı edeceğimiz için keyfim yerinde başladım güne.    Önceki akşam abuk sabuk şeyler yemediğim ve bu sebeple ter içinde kalmadan uyuduğum için de kendimi iyi hissediyordum. Ve bir de bugün okulda 1. dönemin son günüydü, ben artık okula, Dangolozlara alıştığımı hissediyordum. Yani manasız bir biçimde iyiydim. 

Ancak okula bir miktar geç kaldık. Arabadan indik, Garmin çantaları taşıyor ve bu da bir mutluluk sebebi. Ben çocukların elinden tutmuş, sohbet muhabbet yürüyorum kaldırımda. Kaldırım geniş bir kaldırım, bir Türkiye kaldırımı değil. Neyse bir anda bir hareketlenme oldu arkamızda, "Kusura bakmayın" filan diyerek kenara çekildim fakat arkamızdan gelen kadın önümüze geçti ve hem yürüyor hem dönmüş birşeyler söylüyor. Ben başta "Ne güzel bir sabah" dediğini sandım, ne salağım! Kadın benim hala gülümsediğimi görünce konuşmaya bağırarak devam etti ve ben o noktada ne dediğini anladım. Meğer bayan Dana, "Yolu engelliyorsunuz, ne saygısızsınız" diyormuş. Şimdi bu lafa Türkçe cevap veriyor olsam, problem yok ama Dangolozca için bir düşünme, bir süzgeç lazım. Kadın söylenmeye devam ederek yürürken, ben de "Kibar uyarınız için teşekkür ederim" bağırarak ve ironik bir tonda. Eskiden olsa elim ayağım çözülür ve böyle sinirden titrerdim. Bu sefer öyle olmadı, iyi oldu yani. Ancak okula girene kadar, "Dana ya dana bu ve şöyle kafasını tutup…" diye söylenmeye devam ettim. Okulun içinde de kartal bakışlarımı kadının üzerine diktim, acayip eğlenceliydi, kadın tırstı bence. Böyle ona hafiften bir titreme geldi. Bu arada kendisi Dangoloz değil. Yani milleti de önemli değil  ama bu nasıl bir salaklık ya. Diyelim ki kaldırımı kapatmışız "Pardon" de geç. Evet okula sen de gecikmişsin, biz de gecikmişiz ama koşsan da birşey değişmeyecek, gecikmişsin. nokta. Ve sabah sabah niye benim sinirlerimi bozuyorsun. Ben kimseye demem böyle birşey, manasız çünkü. Çocukların elini tutmayayım da napayım.

Beni şişirenler de balon gibi şişsin mi desem ne desem?


Öğlen çocukları aldıktan sonra bir bakayım, diğer insanlar nasıl yürüyor, biz mi yanlış yapıyoruz dedim ama yok herkes öyle yanyana yürüyor mecbur. Ve burada insanların en az 2-3 çocuğu var, yani kaldırımı tamamen kaplayabiliyor haliyle. Çok manasız bir yazı oldu galiba ama yazmasaydım şişecektim ve burada kendimi sakinliğimden ötürü tebrik ediyorum. Gerçi sonradan sonradan çok taktım kafama ama olsun o da geçer.

25 Ekim 2017 Çarşamba

Kısa Kısa

Ben blog okumayı çok seviyorum, özellikle günlük gibi olanları. Mesela dün şans eseri bir blog buldum, 2008'de başlamış, valla böyle çocukları okul çıkışı beklerken, televizyonda birşeye bakarken güzel güzel okudum, kitap gibi okudum. Cin Ali kitapları gibi yazmışım; 'Bindi ata Cin Ali, güzel güzel bindi.' Bunları niye yazdım? Bu bahsettiğim blog, sık sık fakat kısa kısa yazmış. İyi fikir gibi geldi bana, bir de böyle deneyeyim, belki o zaman yazarım…

Bu da o zaman en kısasından ilk yazım olsun. Yazdı Cin Ali. Yazdı güzel güzel. Unutmadan yazayım bir de, ben kitap okurken kaldığım yeri, kitabı kıvırarak işaretliyorum. Lokum da benden görmüş, alıyor kitapları kucağına bütün sayfaları tek tek kıvırıyor. Çılgın kız.



20 Ekim 2017 Cuma

8 Gün

Garmin, neden olduğunu anlayamasam da, geçtiğimiz Cuma sabaha karşı bir eğitim nedeniyle ülke dışına çıktı.  Burada haftasonu Cuma ve Cumartesi, bir de üstüne çocukların okulu Pazar günü tatil olduğu için ilk 3 gün Garmin'e bildiğim tüm küfürleri ettim. Çünkü 2 çocukla öyle anlar oluyor ki tuvalete bile gidemiyorsun. Peki 2 çocukla, 8 günlük, tek başına ebeveynlik  nasıl bir tecrübe?

Bana göre anne çalışmıyorsa, evde ev işlerini yapan biri ve bir de üstüne çocukları okula götürüp getiren biri varsa hiç problem yok! Bir kere anne ev işleriyle kafayı üşütmeyip; çocuklar okuldayken yogaya, resim kursuna, yürüyüşe, arkadaşlarıyla kahve içmeye gidiyorsa annenin çocuklara sabrının tükenmesiyle ilgili bir problem sözkonusu olmaz. Ve anne çocukları arabayla sabahın 7'sinde okula götürüp, öğlen 40 derecede okuldan getirmiyorsa da, şoför var unutmayalım, fiziksel yorgunluğu olmaz. Yani bu denklemde anne, öğleden sonra saat 3 civarı okuldan gelen çocuklarını sarar sarmalar, onlarla masada oturmuş, yardımcının pişirdiği yumuşacık kekleri yerken (spor yaptığı için kilo takıntısı da yok, keki de vicdanı rahat yiyor yani) yere düşen kırıntılar, halının üstündeki oyuncaklar, yere atılmış okul çantaları ve formalar için kimseye bağırma gereği duymaz çünkü onları toplayan başka biri vardır. 

Fakat yardımcı ve şoför olmadan tek başına annelik zor. Süreç sabah kahvaltı, beslenme çantaları, çiş, üst baş, okula transferle başlıyor. Çocuklar okuldayken; market alışverişi, yemek pişirme, evi toplama hatta temizleme, şanslıysan 2 lokma birşey yeme, parkta koşanları ve yoga vb yapanları kıskanma, bu nedenle ayaküstü bisküvi, çikolata yuvarlama, çamaşır koyma çamaşır asma, bulaşık makinesi doldur boşaltla devam ediyor. Sonra hızla okula gidip çocukları tekrar eve getir, üst baş değiştir, birşeyler atıştırma, parkta oynama, banyo, yemek, diş fırçala, çiş yap, kitap oku, onları uyuturken yarım saat uyu. Sonra tekrar diril, evi toparla, bulaşık, kırıntı topla, bu ev niye bir gün toplu durmuyor her yer darmadağınık diye dertlenme ve kanepede bayılma ile devam ediyor. Bu denklemde fiziksel ve ruhsal sağlığı korumak zor çünkü kendi varlığını, bireyselliğini unutuyorsun, dağılıyorsun. Garmin'in de benim yükümü hafiflettiği söylenemez ama en azından çocukların banyosunu başka birinin yaptırması bile rahatlık sağlıyor. Aslında işin özü ev işlerini yapacak bir yardımcı olsa hiç problem yok çünkü ev işleri bitmiyor, azalacağına her dakika hatta her saniye artıyor. Sen tozu alıyorsun, daha arkana dönmeden tozlar sinsice tekrar yapışıyor. Temizlik yapmamayı, salmayı da denedim ama o da bana iyi gelmiyor. Mesela şu an gözlerim kapanıyor, saat daha on değil ve ben uyumak üzereyim. Bazıları yardımcısız çok güzel hatta şahane bir şekilde hallediyorlar benim üşendiğim işleri. Evleri acayip düzenli, çocukları sakin mutlu. Nasıl yapıyorlar bilmiyorum, onlarla arkadaş olup sırlarını öğrenmek istiyorum ama henüz böyle bir imkanım olmadı. Daha fazla yazamayacağım cidden uyumak üzereyim.


16 Ekim 2017 Pazartesi

Yazayım Bari Daldan Dala Atlaya Atlaya

Yıl bitmeden bir yazı daha yazayım bari dedim. Kafamdan sürekli yazıyorum aslında ama onlar maalesef blogda gözükmüyor. Mesela bugün okul dönüşü arabada, İstanbul trafiğini aratmayan trafikte diğer arabalara küfreder ve severek dinleyeceğim bir podcast ararken çok yazasım geldi ama olmadı tabi. Neyse şu an evde yapmam gereken onca iş varken, ben 'Cesur ve Güzel' adlı Türk (yabancı bir pembe dizi de vardı bu isimde) dizisini izliyor, soğumuş kahvemi içiyor ve Türk dizilerinin nasıl bu kadar kötü olabileceğini düşünüyorum. Arkadaş bir dizideki herkes mi kötü oyunculuk sergiler? Belki Cahide ve Korhan'ı bunun dışında tutabilirim gerçi. Ben tüm rollere adayım, valla hepsinden iyi oynarım. Diyaloglar filan da çok komik. Hem izler hem yemek yaparken (mutfak açık mutfak ve sessiz evde içim şiştiği için zaten bu saçmalığı izlemeye başladım) bazen  çığlık atarak 'Yahu Türkler böyle konuşmuyor kafanız mı iyi?' demek istiyorum.


Türk dizileri yeter, çocuklara gelelim. Kocaman oldular, biri Dangoloz sisteminde FS1'a biri birinci sınıfa gidiyor. Bu Dangoloz sistemi Dangoltere adlı ülkede uygulanan sistem ve burada biz de nedense o sistemi tercih ettik. Bilinçli bir tercih değildi, zaten okul seçmek o kadar zor ki. Sanki meslek seçiyorlar. Okula başlamaları da ayrı bir olay. Dangoloz olmadığımız için onlar da ben de zorlanıyoruz. Aslında sadece Tombi ve ben zorlanıyoruz. Lokum arkadaş filan takmıyor. Tombi takıyor fakat. Mesela "Dangoloz oğlanlar, saçım siyah diye beni sevmiyor" diyor çocuk, bu devirde "YUHHHH" diye bağırabiliriz ama durum bu. Bugün veli toplantısı var, soracağım. Dua edelim de öğretmen beni yanlış anlamasın ve başka problemlere yelken açmayalım. Bu geyik Dangolozlar şunun farkında değil, evet onların dilini süper konuşamıyorum ama arkadaş senin dilin, benim ikinci dilim! Sen kaç dil biliyorsun???? Bu  saç rengi muhabbettinin üstüne, bir de Dangoloz anaların hiçbiri benim de suratıma bakmıyor. Önceki okulda herkesin muhabbeti birbiriyle o kadar iyiydi ki, insanın bir garibine gidiyor. Kanka olalım demiyorum ama insan bir 'günaydın' der, bazen kendimi görünmez hissediyorum o kadar! Ben de inadına çocukları alırken sürekli Türkçe konuşuyorum. Boş boş bakıyor enayiler. Çok dolmuşum valla, kimseye de anlatılmıyor. İyi birşey bu blog yazmak. Fakat kalkıp en azından evi toplamış gibi bir hava yaratmam lazım. Garmin seyahatte gerçi ama sevgili ablam (sevgili burada ironik olarak kullanılmıştır, kendisiyle ilgili yıl bitmeden bir yazı dizisi yapmayı düşünüyorum) burada ve öğleden sonra gelecek. Bütün sabah hiçbir şey yapmamış gibi gözükmek istemem.

Oh be içim rahatladı biraz yazınca. Yazayım ben ya, cidden yazayım.