30 Haziran 2014 Pazartesi

Dağınıklık

Ev o kadar dağınık ki anlatmaya kelimeler yetmez. Salon oyuncaklaşrın istilası altında, mutfak da yerler çocukların döktüğü ve benim silmediğim yemek artıklarından izler taşıyor. Çocukların odalarında yerlerde oyuncaklar, çekmeceler karmakarışık...Bizim oda da aynı şekilde ve ben dağınıklığı hiç ama giç sevmem. "Eeee o zaman toplaaaa," diyebilirsiniz ama yok an itibariyle toplanacak gibi değil bir devrim gerekli evi adam etmek için.

Cuma sabahı, mesela evi toplayacağıma, hep beraber kapıyı çekip çıksak ve bir daha dönmesek diye düşündüm. Burası kalsın böyle ve biz az oyuncak ve az giysi alacağımız yeni bir hayata başlasak. Başka türlü hayatımıza düzen gelmeyecek gibime geliyor. Oyuncaklar derli toplu olsun diye aylar önce hepsini kategorilere ayırıp kutuladım. Güya her hafta başka bir kutu indirecektim ve onunla oynanacaktı. Fakat işler tabi öyle gitmedi. Tombi kutuların yerini keşfettikçe sürekli hepsini indirtti, açtı ve dağınıklık katlanarak arttı. Kategoriler, kutular büyük bir yalan oldu. Ve oyuncakları ben toplamazsam herkes boş bulduğu yerlere tıkıyor. Mesela temizlikçi ablamız bu tıkma konusunda on numara bir insan. Öyle bir tıkıyor ki herşeyi, ilk bakışta ev topluymuş gibi geliyor insana ama yakından bakınca herşey tıkış tıkış. Bazı günler toplayamıyorum bile oyuncakları, kelimenin tam anla mıyla ayağımla şöyle bir ittiriyorum ve kanepeye uzanıyorum.

Oyuncaklar dışında bir de açmak istemediğim çekmeceler ve dolaplar var, özellikle mutfakta. Mesela bir tabak mı çıkartmak gerek, önce o dolaptan başka şeyleri çıkartmak gerekiyor. Buzdolabından mesela peynir mi alacaksın, önce mutlaka üç beş birşey çıkartman gerek. Bazen de tam peynire ulaşacakken, stratejik bir hata yapıp, bir kavanoza dokunabilirsin ve bu noktada da yerden cam kırıklarını temizleme sürecine hoşgeldiniz! Haftada ortalama bir adet cam kap kırıyoruz desem açıklayıcı olur sanırım.

'Derli Toplu' diye bir oluşum var, şirket gibi. Evinize gelip, dolaplarınızı organize ediyorlar, evi derli toplu hale getiriyorlar. Param olsa anında çağırırım onları ve evi çiçek gibi yaparım. Belki onlardan önce bir de stil danışmanı ya da gardrop danışmanı çağırırım, dolabımdaki saçmalıklardan beni bir güzel kurtarsın diye. Düşüncesi bile mutlu ediyor. Belki de o şirkette staj yapmak için başvurmalıyım, ayyyy ne güsel olurdu, önce kendi evimi toplar, sonra başka evlere yelken açardım. Neyse ben gidip oyuncakları ayağımla bir kenara ittireyim en iyisi,

10 Haziran 2014 Salı

Sadece Balık Yemek İstemiştim

Dün gece Tombi de Lokum da doğru düzgün uyumadı. Hayalet gibi odadan odaya gezdim durdum. Sabah uyandığımda salondaki kanepede yatıyordum ve yanımda Tombi vardı. Bir an 'Ulan Lokum'u ne yaptım, saat kaç? Ben kimim?' gibi stratejik sorular geçti aklımdan. Koşarak içeri gittim. Lokum annemle bizim yatakta oynuyordu. Saat 7'ydi ve benim çok uykum vardı. 9:30'da Tombi'yi oyun grubuna götürdüm. Bir kahve içtim, dönüş yolunda Tombi uykusuzluktan türlü arıza çıkardı. Nihayet eve ulaştığımızda da salıncakta sallanmak istedi. Tersliği üstünde diye bulaşmadım ve emektar temizlikçimiz Ş.'yi aradım çünkü açlıktan bayılmak üzereydim, diyet yapıyorum da. Ş.'ye buzluktaki paketli balığı çıkarmasını, kaynar suya poşetiyle atıp, 15 dakika haşlamasını söyledim, bir de salata yapsan süper olur deyip, Tombi'yi sallamaya devam ettim.

Eve girdiğimiz anda Tombi 'Mememmmm, emziğimi verin," diye bağırırken, Lokum üstüme atlayıp, tuvalete girmeme bile fırsat vermeden meme emmeye başladı. İkisi de tepemden çekildiğinde koşarak mutfağa gittim. Tek hayalim balıkla salata yemek ve nihayetinde kilo vermekti. Fakat Ş. maalesef balığı poşetinden çıkarıp kaynar suya atmıştı ve balık bir lastik tadındaydı. Yiyemedim ve ziyadesiyle sinirlendim ama tabi belli etmedim. Medeni insan sinirini belli etmez. Salatayı peynirle ve 2 dilim ekmekle yedim. Halbuki bir dilim ekmek yemeliydim. Bir de üstüne doymadım. Tam bu sırada mutfağa gelen annem, "Dolapta bir balık daha var, onu yapayım sana," dedi. Başta itiraz ettim ama doymamıştım, olur dedim. Ben Lokum'la ilgilenirken, mutfakta Ş. ve annem, "Yok canım poşetsiz haşlıyoruz, yoksa poşetli mi?" diye tartışırken, dahi annem ben yetişemeden balığı poşetsiz olarak kaynar suya atıverdi! Şaka değil gerçek. Balığı da tencereyi de duvardan duvara vurmak istedim ama medeniyeti kısmen de olsa elden bırakmadım. Anneme bir miktar söylendim sadece. Fakat bir balık uğruna söylenmem annemi sinir etti. "Ne olmuş balıklar ziyan olduysa, kazayla adam ölüyor," diyerek nedense bizi büyütürken hiç sahip olmadığı bir anlayışa sığındı. Hayır biz çocukken de mesela kırılan dökülen, kirlenen şeylerle ilgili bu kadar anlayışlı olsaydı hayat da biz de farklı olurduk. 

Neticede balığı yiyemedim, karnım da bir türlü doymadığı için 2 bebe bisküvisi ve bir avuç leblebi yiyip diyet listemin fena halde dışına çıktım. Zaten bir haftadır her sabah diyete başlamaya çalışıyorum ama olmuyor. Ve diyet listemin dışına çıktığım ve bir türlü diyetisyenlere döktüğüm paranın karşılığını veremediğim için iyice sinirlerim bozuluyor. Allah'tan çocuklar uyudu ve ben de bir beyaz çay, üstüne de türk kahvesi içerek iştahımı kesmeye çalıştım.

Bu arada bu dondurulmuş balık işi çok pratik, şiddetle tavsiye ederim.

Ve bu yazıyı tabi ara vererek yazdım ve benim rejim kelimenin tam anlamıyla havaya uçtu! Simitler, reçelli ekmekler... Bu kilo verme işi çok sinir bozucuuuu.

9 Haziran 2014 Pazartesi

Sana Kek Yapamadım Yavrum

Benim gariban, günlükten bozma blogum birileri tarafından kurcalanmış, şifresi değiştirilmiş vs. Bu geçen haftalarda olan birşey, ben de bunun üzerine çok zorlu yeni bir şifre uydurdum. Bugün de, ilginç bir şekilde vaktim varken, şöyle bir döktüreyim istedim. Fekat o da ne? Kendi yaratımım olan şifrenin yerinde yeller esiyor, zihnim şifreyle ilgili kelimenin tam anlamıyla bomboş, beyaz bir sayfa. İnsan hiç mi birşey hatırlamaz. Yok hatırlayamadım ve yeniden bir şifre uydurdum, duma duma dummmm. Umarım bu sefer unutmam diyor ve yazmaya başlıyorum.

Buraya yazmayı çoğu zaman manasız buluyorum ama elalemin bloglarını okumayı çok sevdiğimden ve yazmak hoşuma gittiğimden nedense arada sırada yazasım geliyor. Keşke şöyle düzenli ve konu itibariyle akıcı birşeyler yazabilsem ama olmuyor. Neyse ne demişler "olduğu kadar, olmadığı kader"

Günler ışık hızıyla ve tam anlamıyla amelece işlerle geçiyor. Ev işlerini bir toz tanesi kadar sevmediğimden - bu arada sevenin de aklına şaşarım - ve günün bir bölümünde her normal, çalışmayan kadın gibi bu manasız işlerle meşgul olduğumdan bunalıyorum, şişiyorum. Yok bulaşık makinesini boşalt, çamaşır makinesini çalıştır, kıytırık bir yemek pişir çocuklara, evi topla, masayı hazırla, aaaa yere birşey dökülmüş sil falan filan. Yazmak bile bunaltıyor. Her gün evini pırıl pırıl yapıp, bir de üstüne sevgili kocalarına 3 kap yemek pişiren kadınları ayakta, avuçlarım kıpkırmızı olana kadar alkışlıyorum. Ben vallahi billahi yapamıyorum. Mesela bazı anne arkadaşlar "Bak çok güzel bir kek tarifi buldum, sen de yap," deyip tarifi yolluyorlar. Bir ümitle açıyorum, kendimi gaza getirmeye çalışıyorum ama tarife bakınca pıssss diye sönüyorum. Malzeme çok ve çeşitli, onu onla karıştır, yok göz kararı şöyle yap, böyle yoğur filan derken yoruluyorummmm.

Ertesi gün

Dün başlayan yazma girişimim tabiki kesintiye uğradı, konudan koptum. Fakat son dönemde sürekli olarak "herşeyi kendimiz yapmayı öğrenmeliyiz" diye sayıklayan ablamla bu sabah telefonda konuşmam beni tekrar "kendin pişir kendin ye" konusuna bağladı. Hızlı tüketimle dönen dünyamızın yakın zamanda sonu gelse ne halt edermişiz? Mesela ekmek yapmayı, tarhana yapmayı, ekip biçmeyi, dikiş dikmeyi bilsek herşey ilkel bir duruma dönse bile kurtarırmışız kendimizi. Erkek çocuklara ata binmeyi, ok atmayı vbni öğretmek, kız çocuklara ise yemek yapmayı, dikiş dikmeyi vbni öğretmek gerekirmiş. Benim aklımda ise Tombi'yi tenis ya da yaratıcı drama kursuna götürmek, Lokum'u ise baleye yazdırmak vardı. Ablamla konuşurken patlayacağım sandım, kendisine de söyledim bunu ama dinlemedi. "Sen bir dene bakalım ekmek yapmayı," demeye devam etti. Benim aklım ise o sırada içinde bulunduğum elbiseler ve eteklerdeydi, öyle güzellerdi ki. 'Şöyle incecik olsam, tiril tiril şunları giysem, sokaklarda salınsam havalı havalı' diye düşünüyordum. Telefonu kapattım, Tombi'yi oyun grubundan alıp eve geldim. Yakındaki bir cafede etli bezelye ve elmalı kek yedi. Ben yapsam daha mı iyi olurdu herşey? 2 çocukla, bir de annemin yardım ederken herşeyi dağıtmasıyla mümkün mü? Yok bence değil. Ve gerçekten ama gerçekten hiç ekmek yapmayı öğrenesim yok. Büyük olasılıkla bizim çocukları, okuldan geldiklerinde sıcak kek kokusu karşılamayacak, onların da başka anıları olsun canım. Olmadı bu işe kafayı takmış teyzeleri yapsın keklerini. Benden bu kadar!