26 Ağustos 2013 Pazartesi

Villa Kabus'ta Bir Gün

Garmin'in ailesinin yazlığının olduğu yerde, halkımız dipdibe ve 3 katlı olmasına rağmen kibrit kutusu kadar olan evlerine özene bezene tabelalar yaptırıp, yaratıcı isimler vermiş; Villa Nuriye Hanım, Villa Tayga, Villa Zırt Bey vb. Bizimkilerin yazlığının bir tabelası yok ama giriş kapısının üstünde kocaman bir kartal heykeli karşılıyor sizi (hayır, Beşiktaşlı filan değiller). Sonrasında veranda ve bahçe diye nitelendirdikleri, büyükçe bir masa örtüsü kadar bir alan ve birkaç merdiven. Merdivenlerin üstü farklı boy, model, numara, kalitede çeşit çeşit terlikle dolu. Merdivenlerden içeri girince, sizi küçük bir salon ve açık mutfağımsı bir yer karşılıyor. Salona koltuk, kanepe, büfe, halı vs stoklanmış gibi bir görüntü var. Hayır yazlık evde ne işi var, halının, büfenin? Bir set merdiven de arkadaki veranda bahçe benzeri yere açılıyor salondan. Orası da yine terlik dolu. Üst katlara hiç girmeyeyim içiniz daralır, 3-4 oda, 2 banyo ve bol bol eşya, halı.

Benim "Villa Kabus" demeyi tercih ettiğim bu tesise koca yaz boyunca sadece 2 kez gittik, çok şükür. Garmin'in diğer kardeşleri ve eşleri ve çocukları ise ciddi ciddi her hafta sonu gidip, bir de yatıya kalıyorlar. Benim için inanılmaz. Ben sadece ilk evlendiğim sene kaldım ve o zaman da tövbe ettim. Yani bence orada birkaç gün kalmak için insanda bir rahatsızlığın, arızanın olması gerekiyor. Neden mi?

Şöyle ki; mesela Garmin'in ailesi bayramı orada geçiriyorlar ve bizde mecburen oraya gideceğiz diyelim (bu bayram cidden böyle oldu) Biz kahvaltıyı orada ederiz kafasıyla - ki genelde kahvaltıyı geç etmeleriyle meşhur bir topluluk Villa Kabus'un sakinleri- sabah 10 gibi orada oluyoruz. O da ne, kahvaltı masasını toplamışlar. Masa, bizim için tekrar törenle hazırlanıyor. Bu arada gelinlerden bir ya da ikisi, bazen kızlardan biri ilk kahvaltıyı, mutfağı, bulaşıkları toplamak için kurban olarak seçiliyor. Ben hamile olmamın avantajıyla bu sene bu işlere hiç girmedim, en fazla tabak taşıdım içeri. Ama bir günde 30 adet  domates soyduğumu da bilirim. Neyse kahvaltı sonrası birden evin erkek nüfusu ortadan kayboluyor. Garmin ben Tombi'nin peşinden koşamadığım için ortalarda, ve ortadan kaybolan erkeklerin çocukları da piyasada tabi. Anneler ve kayınvalide mutfağı toplama, gizemli işler yapma ve kocalarından şikayet peşinde. Garmin uyumadığı ve oğluyla ve hatta onların çocuklarıyla oynadığı için (ki fırsat bulsa o da uyur) şikayetler genelde bana anlatılıyor. Onlar acıların kadınları, ben prenses! Yok öyle birşey tabi. Neyse bu arada saatler iyi kötü geçiyor, Tombi şişme havuzda takılıyor, iki yeşil görüyor, kuzenleriyle biraz oynuyor, Garmin yorgun. Saat oluyor 3, ben acıkıyorum, Tombi Allah'tan yanımda getirdiğim yemeğini yemiş oluyor. Benden başka kimse acıkmıyor. Dolabı açsan, öylesine doluki içinde ne olduğunu bilmene imkan yok. Tombi'nin meyvelerini kemiriyorum. Bu arada bütün gelinlerin çok formda olduğundan ve o kadar işe güce bir damla terlemediklerinden de bahsetmem gerek, saçlarının bir teli bozulmuyor. Ben ise hiçbir şey yapmadığım halde, savaştan çıkmış gibi darmadağınık bir haldeyim. (Robot gelinler, bir başka yazı konusu)

Saat 5 sularında kayınvalidem törenlerle pilav pişirmeye başlıyor. Erkekler ortaya çıkıp, denize gitmeye karar veriyor. Kadınların surat beş karış, yeni kurban bulaşık makinesini boşaltıp salata yapmaya başlıyor. Salata bir kazan kadar yapılıyor yalnız çünkü evin nüfusu sıradan bir günde minimum 15. Pilavın yanında ne yiyeceğimiz merak konusu. Saat 7 sularında banyo fasılları başlıyor. Bu arada Tombi uykusuzluktan sarhoş gibi. Garmin, orada yemek yemekte ve ortada olmayan ailesiyle takılmakta kararlı. Ben açlıktan bayılmak üzereyim. Neyse sofraya gruplar halinde oturmaya başlıyoruz. Aynı anda herkesin yemek yemesi imkansız. Hem yer yok, hem de oturanın fiziksel olarak bir daha kalkması zor olduğundan, içeride birşeylerin istenebileceği insanlar kalmalı. Ve biten yemekler sürekli yenileriyle değiştirilerek tekrar servis ediliyor. Herkes kalkıp tencerenin içinden tabağına yiyeceğini alsa, çatlarlar çünkü. O kadar tabak çanak o bulaşık makinesine nasıl giriyor, o mutfak nasıl toplanıyor benim aklım almıyor (ben hamile olmadığım dönemde de genelde taşıyıcı ya da doğrayıcı olarak katılırım toplama işlerine). Yemekten sonra artık benim arkama bakmadan kaçasım geliyor. Suratımı düşürüyorum, Garmin'e kaş göz ederek Tombi'nin yorgun hallerini gösteriyorum ve nihayet saat 9'a gelirken kalkıyoruz. Neymiş, bayram ziyareti için Garmin'in ailesine gitmişiz. Yazlıkları varmış, pehhhh.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Herkesin Gerçeği Kendine

Anneme göre bizim evle Bağdat Caddesi arası çok yakın. Bana göre ise inanılmaz uzak. Dile kolay 25 dakika yürüyoruz. Ona göre; ben hamile olduğum için yavaş yürüyorum ve süre uzuyor. Bana göre; zaten o daracık kaldırımlarda hızlı yürümek imkansız.

Anneme göre kaldırımlar dar değil. Bana göre; çok dar ve bir de üstüne her adımda, kaldırımın ortasında bir ağaç var. Ağaçları severim ama kaldırımları sanki yayalar için değil de ağaçlar için yapmışlar gibi bir durum var. Hem kaldırımda kalıp, hem ağaçlara çarpmadan, pusetle ilerlemek ciddi yetenek istiyor. Aaaa bir de bu daracık kaldırımlara kimi zaman motosikletler park ediyor. Onlarla ilgili duygularımı ise yazıya dökmesem de olur.

Anneme göre; apartmanın asansörlerinden biri geniş, her türlü puset sığabilir. Bana göre; ki bildiğiniz metreyle ölçtüm biçtim, her iki asansörde aynı ölçülerde ve ikisine de iki çocuk için yapılmış pusetlerle sığmak imkansız. Zaten puset asansöre sığsa, kaldırımlara sığmaz bu şehirde. Niye satıyorlarsa sanki? Hem beğeniyorsun, hem kullanamıyorsun. Getirmesinler böyle şeyleri, bilmemek, kullanamamaktan iyi. Bahsettiğim, hayallerimi süsleyen puset Bugaboo Donkey bu arada. Bir tasarım harikası bana kalırsa ama kullanmadıktan sonra hiçbir anlamı yok tabi.



Anneme göre; bizim ev her daim serin. Halbuki serin olan ev kendi evi. Ben ne zaman "Ahhh çok sıcak desem," "Aaaa sen de yani, neresi sıcak, çok serin bir ev," diye cevap veriyor. Hamile olmamın filan hiç önemi yok. O illa bu evle ilgili güzel şeyler söyleyecek.

Anneme göre; her gün Bağdat Caddesi'ne yürümek çok anlamsız. Benim içinse son birkaç senedir hayatın anlamı. Ve bu nedenle her gün gitmek istiyorum. Ev insanı değilim ben. Çocukla da dışarıda daha kolay vakit geçirildiğine inanıyorum. 

Anneme göre; şükretmeyi bilmiyorum ve sürekli şikayet ediyorum. Olabilir, şikayetçi bir bünyem var ama ortada da bazı gerçekler var. Mesela Garmin'in arabayla bizim evle Bağdat Caddesi arasının kaç kilometre olduğunu ölçmüş olması gibi. Aradım az önce, yaklaşık 2 km olduğunu söyledi. 2 km az bir yol mu şimdi?

Ne desem ne yazsam boş aslında. Herkesin gerçeği kendine -Bitiş paragrafında, başlığı kullanmam da komposizyon yazma tekniklerine pek uygun oldu ama kimin umurunda- istediğim kadar söyleneyim, istediğim kadar istatistiki veriler sunayım (mesafe, asansörün boyutları gibi), istediğim kadar haklı olayım, kendi kendimi ne istediğimi tam bilmeden bu eve sıkıştırdım. Ne sıkışması yahu? Abartıyor muyum? Tabiki abartıyorum ama gönül istiyor işte eski evin sokağına geri dönmeyi, o sokakta bir evde oturmayı, 5 dakikada Cadde'ye, markete, fırına, pastaneye, parka ulaşmayı, sokaktaki köpekleri sevmeyi, herkese selam vermeyi. Ancak lobi faaliyetleri yapsam da şu an bu eve mahkumum gibi gözüküyor. Neyse hayırlısı. Bir evimiz olduğu için tabi çok şükür ama insan zihninden gerçekten geçenleri de yazmazsa olmaz yani. Hep şükür diye yalandan mutlu diye de gezilmez ortalıkta.


11 Ağustos 2013 Pazar

Bayram Öncesi, Bilinç Akışı

Meğer Garmin Pazartesi, Salı ve Çarşamba izin almış. 9 gün annemsiz hayat! Fakat annem durur mu Tombi'yi 9 gün görmeden, sık sık parazit yaptı maalesef. Neden bu kadar sinir oluyorum acaba anneme? Belki de arıza bende. En basit bir sorusuna bile acayip tepkiler verebiliyorum.

Garmin'le 9 gün güzel başladı. Sabahları Tombi'yi parka götürdük, onlar oynarken, ben rahat rahat kitap okudum, çay içtim. Öğleden sonraları deniz kenarına gittik. Ben bu esnada, eski evimizden yürüyerek gittiğimiz yerlere, şimdilerde gitmek zorunda kaldığımız ve otopark parası verdiğimiz için sinir olup, bol bol söylendim. Garmin, benim söylenmeme söylendi. Erkekler söylenen, şikayet eden kadınları sevmiyor. Zaten kim sever ki vıdı vıdı şikayet eden birini. Ben de sevmem ama sinir oluyorum bu evde oturmaya, çok şükür tabi yine de. Ancak evin Bağdat Caddesi'ne yakın olmasını istemek suç mu yahu?



Garmin ve Tombi ile Cumartesi başlayıp Salı gününe kadar devam eden mutlu mesut hayatımız, Garmin'in ailesine her şeker bayramında olduğu gibi nişan çikolatalarından daha iddialı bir çikolata alma girişimiyle sekteye uğradı. Neden adam gibi normal bir kutuda çikolata alamadığımızı sorguladım. Neticede bana getirdikleri nişan çikolatası, annesine her bayram götürdüğü çikolatadan küçüktü. Mesele o da değil aslında, o kadar pahalı ki, bu çiçekli, tepsili, süslü püslü çikolatalar. Al arkadaş güzel bir kutu çikolata. Yok abartacağız illa. Tabi sinirlendi Garmin, "Her bayram aynı şeyi yapıyorsun," diyerek suratını düşürdü. Haklı, her bayram aynı şeyi yapıyorum ama bayramlar dışında ortada olmayan, hiçbir haltımıza destek vermeyen, el gibi doğumda, bayramda seyranda görüştüğüm bir topluluğa ne diye sevgi, sempati ve saygı duyayım ki? Eeee ben de düşürdüm tabi suratımı. Ve bu hal Cuma'ya kadar sürdü. Zaten bayramın ilk günü, sabah 10.30'da başlayıp, akşam 8'e kadar kayınvalide ve kayınpederin yazlık evinde geçen zaman tüm yaşam enerjimi ve isteğimi aldı götürdü.

Neticede Garmin, kutu çikolata aldı ama aldığı kutu bizim mutfak masası kadardı, şaka değil. Bu konuyla ilgili kime dert yansam. "Sanane, adam kendi kazanıyor, kendi alıyor," dedi. Onlar da haklıydı. Ve sanırım Garmin'in ailesine veri olarak sinir olduğum gerçeğini kabullenmeliyim artık. Aslında tam sinir olmada değil. Bazen çok da seviyorum onları ve yanlarındayken rahat da ediyorum. Hatta zaman zaman kayınvalidem gibi bir annem olmasını dilediğim bile oldu. Sakin, anaç, iyi yemek yapan bir ev kadını. Ne bileyim, duygularım karışık. Diğer kardeşleri alsın arada da bayram çikolatası. Sanki biz para basıyoruz. Bu arada 7 kardeş olduklarını söylemiş miydim?

Ve bugün hava ne kadar da sıcak! Annem Tombi'yi apartmanın bahçesine indirdi. Anneme göre, bu bahçe bulunmaz bir nimet İstanbul gibi bir yerde. Yaaaa evet, eski evde bahçe yoktu ama 10 dakikada giderdim parka, daha güzel olurdu Tombi için, burada kedi kovalamaktansa.