26 Nisan 2011 Salı

Düşünüyorum Öyleyse...

Bilgisayardan ve yazma halinden uzakken zihnimden yazmak istediğim bir sürü şey geçiyor. Fakat ne zaman bilgisayarın başına geçsem, puffff diye hepsi yok olup gidiyor. Bugün de aslında "Kısa Vadede Yapmayı Hedeflediğim İşler" yazı dizime devam edecektim ama nedense pek havamda değilim. Fakat sonraki günlerde yazı dizime devam etme konusunda kararlıyım çünkü bu iş meselesine kafayı fena halde taktım. Şu an iş arama ya da iş başvurma durumum olmadığı için de günlerimi hangi işleri yapmak istediğimi düşünerek ve hayalimdeki işi kendime, kuantum yasasıyla çekmeye çalışarak geçiyorum. Son dönemde bu amaçla o kadar çok kişisel gelişim kitabı okudum ki. Neredeyse kuantum ile ilgili kitap yazabilecek duruma geldim bile diyebilirim, hatta aslında yazabilirim de, hem bu tip bir kitap yazarak para kazanmak da mümkün.

Kişisel gelişim ya da kuantum hakkında kitap yazabileceğime inanıyorum çünkü sözkonusu kitapların yazarlarının eğitim durumları, benim gözlemlediğim kadarıyla tabi, konudan son derece uzak. Kimi avukat, kimi ev kadını, kimi araba tamircisi vb. Ancak bu insanların hepsi bir şekilde hayatlarına çekim yasası ya da kuantumu sokarak, aşmış insanlar, yaşam koçları ve kitap yazarları haline geliyorlar. Evet biliyorum, yaşam koçu olmak ya da kuantum yaşam koçu olmak için bir dizi eğitim alıyorlar, uygulama yapıyorlar ama bana yine de pek yeterli gelmiyor konuyla ilgili eğitimleri. Ne bileyim, kuantumdan bahsedecekse birisi fizik de bilmeli gibi geliyor bana, çünkü, "İyi düşünün başınıza iyi şeyler gelsin. Hayatınızı siz düşündünüz!" gibi cümleleri ben de büyük bir rahatlıkla ve inanarak kurabilirim. Bunun yanısıra yaşam koçu olacak biri de psikoloji bilmeli diye düşünüyorum. Gereksiz yere düşünüp duruyorum belki de, düşüneceğime ben de bir şekilde harekete geçsem ya!


Sabah egzersizleri
Sorun belki de benim düşüncelerimde ve bu yüzden kuantum filan uygulayamıyorum çünkü düşüncelerime bir türlü söz geçirip, onlara hükmediyorum. Israrla anlatıyor sözkonusu kitaplar; düşünceler, duygulara, duygular davranışlara, davranışlarda hayatınızda olup bitenlere neden olur diye. Fakat ben daha en baştan, düşünce aşamasında takılıp kalıyorum. Abuk sabuk şeyler düşünüp duruyorum, sonra farkına varıp "Ya iyi bir şey düşünsene," diyorum zihnime ve tabi kendime, yok o yine bildiğini okuyor, karanlık tünellere dalıp duruyor. Bir taraftan da düşüncelere yön verip, kuantumla başarıyı yakalayabilen insanların zihinlerine kıyasla, benim zihnim bana çok ilginç geliyor çünkü epey özgür takılıyor. Ve bu akşam itibariyle de "Başlayacağım senin kuantumuna, çekim yasana, kişisel gelişimine," diyerek, elime şahane bir roman almamı buyurdu bana. Karşı çıkmadım, iyi ki de çıkmamışım, adam gibi bir roman okumayı öyle özlemişim ki.

25 Nisan 2011 Pazartesi

En Kısa Zamanda Yapmayı Hedeflediğim İşler - 1

Daha önce de anlatmıştım, uzun zamandır para kazanmıyorum, herhangi bir işin ucundan tutmuyorum. Evin çalışan insanı Garmin, -ona göre- yayılan insanı benim. Eee haklı da aslında, o sabahın köründe kalkıp, köprüleri aşarak işe gidip, bir sürü manyakla uğraşırken ben tatlı tatlı evde oturuyorum ya da sağda solda kahve içip kitap okuyorum. Ve Garmin bir süredir çalışmak istemediğini daha sık sayıklar oldu. Balık tutmak, sürekli basket maçı izlemek istiyor. Bu noktada iş tabi bana düşüyor ama benim de herhangi bir ofis ortamında, müdür ve iş arkadaşları eşliğinde, dokuz-altı çalışmaya hiç niyetim yok. Mirasyedi ve de gayrimenkul zengini de olmadığımız için bir süredir, şöyle bana sağlam para kazandıracak ve bütün günümü almayacak ne tip işler yaparım diye düşünmeye başladım. Ve kendime birkaç iş belirledim.  

Birkaç haftadır televizyon kanallarından birinde, magazin haberlerini, tv dizilerini yorumlayan bir sabah programı başladı. Beş kişi sevimli, rengarenk bir stüdyoda, bir masanın başına oturmuşlar. Kadınlar süslü mü süslü; saçlar yapılı, üzerlerinde cici cici kıyafetler, manikürler yerinde ve önlerinde o günkü magazin haberlerinin fotokopileri, cep telefonları, netbookları.





Ve olaylar gelişmeye başlıyor;

- E.cim sen ünlü şarkıcımızın evinden ayrılmasını nasıl yorumluyorsun? Boşanma sinyalleri mi?
- Eeeeeeeeeeeeeeee, yani daha önce de demiştim, boşanma öncesinde bu strajenin izleneceğini.
- Peki koca evi bırakıp neden gidiyor, çoluk çocuk?
- Şimdiki evi de 1500 metrekare aslında. Şu sıralar baktığı evler ise 500 metrekareymiş.
- Bence adam başka yere taşınmalıydı.
- Hani eskiden, derlerdi ya, adam valizini alır gidermiş diye.
- Evet adam, ceketini alıp gitmeliydi.
- Gitmemiş işte, kadın taşınıyor.
- Belki değişiklik istiyor.
- Evet, bu da olabilir.
- Oldu, şimdi diğer konumuza geçelim. Sence, yarınki dizide neler olacak?
- Ben fragmanlardan gördüm, ilginç şeyler olacak.
- İlginç, yarınki bölümden sonra bu diziyi de yorumlayacağız sevgili seyirciler.
- Peki bu gece, şehirde neler oluyor E.cim?
- Hayırlı bir iş var. Bir defile. İşim biter bitmez oraya koşacağım. 
- Harika, hayırlı bir defile demek.

Ve benim, imla hatalarını, anlam kaymalarını düzelterek yazdığım bu diyaloglar yaklaşık iki saat sürüyor ekranda. Sadece iki saat. Söyleyeyim, ben bu sohbetlerin, magazin haberleri yorumlarının ve dizi analizlerinin kralını yaparım. Ancak maalesef bu tatlı, kafayı yormayan işler için ne yazık ki gazeteye ilan vermiyorlar. Çok merak ediyorum bu insanların nasıl olup da bu işleri yapmaya başladıklarını. Yani magazin haberi yorumlayıp, dizi analizi yapmak için ne tip bir eğitime ya da tecrübeye ihtiyaç duyulabilir ki? Evet, anladığım kadarıyla bu programın güzide sunucuları, magazin gazetecisi, sunucu vs olarak çalışmışlar ama iddia ediyorum ben de yapabilirim bu tatlı işi. Bir de düşünsenize, sabahtan işiniz bitiyor ve işinizi yapmak için takip etmeniz gereken tek şey, magazin haberleri, diziler ve gece hayatı! Ne diyeyim, tek bir şey diyebiliyorum: BEN BU İŞE TALİBİM. Sabah erken de kalkarım, her sabah saçlarımın yapılmasına da ses çıkarmam, makyaja da hayır demem, her gün farklı farklı giysiler giymek de bana zor gelmez. Hakkıyla yaparım ben bu işi, en azından bir hafta deneseler beni görecekler ne kadar yetenekli olduğumu ama dediğim gibi maalesef gazeteye ilan vermiyorlar bu iş için.

22 Nisan 2011 Cuma

Çalışmak ya da Çalışmamak

Aylardır, hatta üniversite okuma dönemini de eklersem yıllardır çalışmıyorum. Özellikle üniversiteyi bitirdikten sonraki çalışmama sürecinde, çalışmamanın iyi ve kötü yanlarını ziyadesiyle test ettim. İyi yanlarından başlayacak olursak:

1. Özgürsünüz, gün size ait.
2. İstediğiniz saatte yatabilir, istediğiniz saatte kalkabilirsiniz, belli bir saatte belli bir yerde olma zorunluluğunuz yok.
3. İşe gitmediğiniz için derli toplu giyinme zorunluluğunuz yok. Bir eşofmanla tüm günü geçirebilirsiniz.
4. Öğle yemeğinizi 12:30- 13:30 saatleri arasında yemek zorunda değilsiniz.
5. Kendi kendinizin patronusunuz.
6. Haftaiçi herkes işyerindeyken, boş sokakların, kafelerin keyfini dilediğiniz gibi çıkarabilir, etrafın fena halde kalabalık olduğu hafta sonlarında ise evinize sığınabilirsiniz.
7. Yağmurlu bir günde, sıkışan trafikte işe gitmek için debelenmezseniz.



Ve daha pek çok madde eklenebilir, işe gitmemenin iyi yanlarına. Eminim şu an çalışmakta olanlar, bana kıyasla bu listeye daha çok madde ekleyebilirler.

Çalışmamanın kötü yanlarına gelecek olursak ;

1. Eğer bir mirasyedi ya da gayrimenkul zengini değilseniz, düzenli gelirden mahrum kalırsanız.
2. Yakın çevrenizin size karşı saygısı, siz fark etmeden kademe kademe azalmaya başlar. Bir bakmışsınız, ailenizin ya da arkadaşlarınızın getir götür işlerinden sorumlu devlet bakanı olmuşsunuz.
3. Her ne kadar özgür olsanız da, kimi günler (şahsen benim canım istiyor) canınız belli bir yere gidebiliyor olmak ister ama böyle bir imkan yoktur.
4. İş yemekleri, şirket organizasyonları özlenmeye başlanılır.
5. Çalışmıyorsunuzdur, para kazanmıyorsunuzdur ve boş gezenin boş kalfası damgasını yersiniz. İster roman yazıyor olun, ister müthiş besteler, müthiş ressamlar yapıyor olun, siz işsiz güçsüz bir insansınızdır.

Evet çalışmamanın iyi  ve kötü yanları bana göre böyle, yarın da önümüzdeki yıllarda yapmayı planladığım işleri yazacağım.

21 Nisan 2011 Perşembe

Yaşasın Yaşasın Yaşasınnnnnnn

Günler, haftalar öncesinden bloglarımız ulaşılamaz bir hale gelmişti, mahkeme kararıyla! Tam da o sıralar yazasım çizesim olmadığı için blogumun ellerimden kayıp gidişini çok da umursamamıştım. Fakat bir süre sonra blog yazmaya devam etmek için başka web sayfalarıyla haşır neşir olmayı denedim. Ancak bir türlü içime sinmedi, hoşuma gitmedi ve ben de yazısız, miskin hayatıma devam ettim, haftalar boyunca. Yalnız son dönemde tekrar fena halde yazasım geldi ama ben eski blogumu istiyordum, başka sayfalarla uğraşacak halim yoktu. Bunun üzerine zihnimden yazmaya başladım, oturup deftere, word dosyasına da yazabilirdim tabi ama saplantılı bir insan olduğum bağlamında ille de bloguma yazmak istiyordummm.



Bu sabah uyandığımda içimde neşeli bir his vardı, güneş parlıyordu ve haftalardır evden doğru düzgün çıkmamış olmama rağmen güneş sinirimi bozmuyordu. Neyse lafı uzatmayayım, kahvaltımı ettim, duşumu aldım ve son dönemde seyrek olarak kucağıma aldığım netbookumu alarak, sevdiğim bir blogu okumak için şansımı deneyeyim dedim ve bir baktım, sözkonusu blog açıldı! Heyacanla, kendi bloguma baktım, ve o da açılıyordu! Öyle hafifledim ki, artık zihnimden yazmama gerek kalmamıştı ve şu anda da mutlu mesut yazıyorum işte:) Ve bundan sonra da her gün yazacağım, sözüm söz! Belki sürekli evde olduğum için yazacak fazla mevzum olmayacağı düşünülebilir ama o kadar çok televizyon izliyorum ki ve televizyonda  o kadar enteresan şeyler oluyor ki, eminim yazacak çok şey bulabilirim. Evet, durumlar böyle. Kendime HOŞ BULDUK diyorum...