26 Şubat 2024 Pazartesi

Çalışın

 Kendime, şöyle kısa kısa yazabileceğim, takma isimli bir instagram hesabı açayım dedim. Şaşırtıcı bir şekilde, açtım da ve hemen iki tane post yazdım. Böyle rahat rahat, içimden geldiği gibi. Bugün de evsel işlerimi bitirdim, kahvaltımı yaptım ve yeni bir post yapmak üzere hesabımı açtım. Ve bir de ne göreyim? Arkadaşlarımdan biri postlarımı "like" etmiş! Kafamda deli sorular; benim ben olduğumu anladı mı yoksa şans eseri postum karşısına mı çıktı? Tabi bu beklemediğim "like"ları görünce, benim yazma isteğim koşarak uzaklaştı yanımdan. Halbuki, tüm kadınların ne olursa olsun çalışması ve asla çalışmamayı bırakmaması gerektiği üzerine yazacaktım. Neyse, buraya yazayım dedim ben de. Burası her zaman güvenli.

Evet başlıyorum; 


Sevgili kadınlar,

İlk olarak eğitim hayatınız boyunca çalışkan, atılgan, hırslı olun. Okullarınızı dereceyle bitirin. Vaktinizi, fiziksel görünümünüze kafayı takarak geçirmeyin. Dış görünüş gelip geçici. Tecrübeyle sabit, her zaman geçmişteki halinizin yani o anın tadını çıkarın çünkü ne olursa olsun, yıllar geçtikçe, 17 yaşında beğenmediğiniz halinizin aslında çok güzel olduğunu fark ediyorsunuz. O yüzden sivilcelerinizi, ergenlik kilolarınızı, bir türlü şekle girmeyen saçlarınızı bir kenara bırakın ve kim olduğunuzu bulmaya, ne yapmayı sevdiğinizi çözmeye adayın kendinizi. Bol bol okuyun, sizden büyük ve tecrübeli insanları dinleyin, gözlemleyin, başarılı olmuş kadınların hikayelerini öğrenin okuyun. Kısaca çok çalışın, ne yaparak mutlu olacağınızı keşfedin ve çalışın.


Çalışmaya başladığınızda da, işinizde iyi olun, kendinize iş yaşamında başarılı olmak için yatırım yapın. Aşkınızdan ölseniz de, aşkınız çok zengin olsanız da, çocuğunuzun ilk adımlarını kaçırmak istemiyor olsanız da çalışın çalışın çalışın. Çocuğunuza bakmak için işten bir süre ayrılsanız bile işinize ya hızlı geri dönün ya da yeni şartlarınıza göre işinizi adapte edin. Kısaca çalışın ve kendi paranızı kazanın. Kocanız, sevgiliniz "Sen yorulma, maddi durumumuz çok iyi, çalışma" dese de, dinlemeyin, siz çalışın.


Neden mi? Çünkü kendi paranı kazanmak özgürlük. Mesela ben kendime kitap almak için bile eşime soruyorum çünkü parayı kazanan da, harcamaları ayarlayan da o. Kitap basit bir örnek, işin özeti ne almak istersem isteyeyim ona soruyorum, ondan para istiyorum. Eşim öyle cins, "alma etme" diyen biri değil ama hayatımızda söz hakkım yok. "Paramız yok, başka eve çıkamayız. Çocuklar artık gitar dersi almasın" diyor ve bu tip şeyler tartışmaya kapalı çünkü parayı o kazanıyor ve o yönetiyor. Yani insanın siniri bozuluyor. 


Ve iş yaşamından koptuğunuz noktada, geri dönüş çok zor. Bir kere, bir özgüvensizlik sinsice gelip içinize yerleşiyor. Hiçbir şey bilmiyor ya da hiç çalışmamış, o üniversiteleri bitirmemiş gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Üzerinize bir atalet çöküyor. Önce günler geçiyor, sonra çocuklarınız boyuna geliyor ve siz bir şeyler yapmak, yeniden iş hayatına dönmek, üretmek istiyorsunuz ama tren istasyondan çoktan kalkmış. Hatta o tren istasyonu yıkılmış, yerine otel yapılıyor. Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Saçma sapan dizilerdeki kadın karakterler üzerinden hüzünlenip, bu yaştan sonra ne yapacağım diye dertlenip duruyorsunuz. 


15 dakikaya evden çıkıp, çocukları almaya gitmem gerek. O yüzden burada bitiriyorum ama son olarak ana fikrimi bir kez daha söyleyeyim; Sevgili kadınlar; okuyun, kendinizi geliştirin, çalışın, kendi paranızı kazanın.


6 Aralık 2023 Çarşamba

22 Dakika Var...

 Hiç bitmeyen para kazanma umudum ve ben, yeni bir maceraya başladık. Pandemi döneminde başlayıp tamamladığım, bir sürede azıcık para kazandığım yoga, hayatımdan tamamen çıktı.  Yoga eğitmenliği benim için tamamen yanlış bir karardı; bir kere yoga body dedikleri, yoga vücuduna sahip değilim, dingin konuşma kapasitem yok ve bir yogi hayat tarzına sahip değilim. Eğitimlere harcadığım onca para olmasaydı, bırakmamda sorun yoktu tabi ama Garmin açısından sürekli öğrenme isteğim ve bunları paraya dönüştürememem çok büyük sorun! Neyse, iki üç hafta önce yine bir hayale kapıldım ve yabancılara, ikinci dil olarak Türkçe öğretme eğitimine başladım. Garmin'inin de iyiliği üstündeydi, bir de yogaya göre daha mantıklı buldu. Eğitime başlayalı, on gün oldu  ve benim umutlarım yavaş yavaş sallanmaya başladı. Ödev var, sunum var, sınav var! Çocukların okulu 2 Ocak'a kadar tatil! Nasıl yapıcam bu kadar şeyi ve en önemlisi gerçekten para kazanabilecek miyim??? Umarım kazanırım!


Şu an eğitimin başlamasına 16 dakika kaldı. Bir banka transferi için açtım bilgisayarı. Sonra da nedense kendi blogumu okuyasım ve bir de yazasım geldi; öyle ortaya karışık...


Annem bir aydır buradaydı. Bugün döndü. Daha önceki ayrılıklarımızda pek öyle ağladığımız olmamıştır ama bugün nedense sürekli gözlerim dolu. Tombi biraz hasta, ona da canım sıkılıyor. Annemden, ablamdan, en sevdiğim arkadaşlarımdan uzak yaşamak üzüyor artık beni. Şöyle filmlerdeki gibi küçük, güzel, huzurlu bir şehirde, beraber yaşasak ne güzel olurdu! Hayat, kısmet ve diğerleri.


Ağustos sonundan beri bir kedimiz var. Kedi görünce kaçan, 46 yıllık ömründe kediye dokunmamış ben, kedimizi öpmelere, sevmelere doyamıyorum. Lokum'un kedi istemesi nedeniyle hayatımıza girdi ama sanırım en çok bana iyi geldi. Sevgili Garmin yerine onunla konuşuyorum. Bayağı da iyi bir dinleyici Prince (ismini Lokum koydu). Sanırım 2023'ün en güzel olayı, Prince'in hayatımııza girmiş olması.

10 dakikam kaldı. Yazmaya devam etmek isterdim ama çamaşırları kurutma makinesine koyup, elimi yüzümü düzeltmem lazım. Güzel bir gün olsun tüm evren için!

18 Ağustos 2023 Cuma

Reçelli Ekmek

 Gece yatmadan önce aklıma yazmak ya da yapmak istediğim şeyler geliyor. Mesela; şöyle kalın, ağır ve kahverengi bir dilim ekmeğin üzerine kayısı reçeli sürüp, yanında koca bir fincan sıcak ve koyu kahveyle, yeşilliğe bakarak, sessizlik içinde yemek istiyorum. Sonra tabağı masaya koyup, karnım tok, keyfim yerinde, kahvemi yudumlayarak, kitap okumak. Ne kadar basit ve kolay ulaşılabilir bir şey aslında ama olmuyor, yapamıyorum ya da yapmıyorum. Aslında kayısı reçeli var evde -annem dün yaptı- ama hayalimdeki ekmeği almak istediğim yer yürüyerek gitmek için uzak ve yürüyeceğim yolun bir kısmı otoban gibi, kahveyi genelde her sabah hayalimdeki gibi yapıyorum, kitabım ve yeşillik de tamam bir süreliğine, sessizlik o pek nadir bulunuyor ve tabi her zaman diyette olduğum için kayısı reçelli ekmek yemek yasak bana, kendi yasaklarım. 


Yazın başından beri, yani çocuklarla Türkiye'ye geldiğimden beri, hep bir huzur anı, reçelli ekmek anı arıyorum, yapmak istediğim bir şey var ya da yakalamak istediğim bir an ama bir türlü olmuyor. Rutinimsi, sıkıcı gündelik işler içinde her şey karışıyor, kayboluyor. Güne başlıyorum ama gün ellerimden kayıyor. Evi süpür, kahvaltı ve çeşitli yemek organizasyonları, çocukların kavgalarını ayır, annene ve ablana düzenli olarak sinir ol, geç saatlere kadar çığlık çığlığa oynayan site çocuklarına ve anırarak konuşan yetişkinlere sinir ol ve reçelli ekmeğini yiyemeden uyku vakti. Ve içinde hep bir sıkıntı, hüzün.


Sabah erkenden kalkmak, mesela beş ya da altıda, iyi bir plan. Herkes, sinir olduğum tüm site halkı uyuyor. Keşke bütün gün uyusalar. Onlar uyurken kahvemi yapıp, kitabımı huzur içinde okuyorum ama çocuklar uyuduğu için sessiz hareket etmek zorundayım. Yüzümü bile yıkamıyorum, gürültü olmasın diye. Üstümü değiştirip kendimi balkona atıyorum. Halbuki hayalimde; önce spor yapmış, sonra duş almış, elimde reçelli ekmeğim ve kahvemle, huzur içinde kitap okuyorum.


Bu postu yazmaya başlamadan önce, bugün tadı pek iyi gelmeyen kahvemle kitap okuyordum. "Her gün blog yazayım" hissi geldi içime bir anda. Yazayım tabi ya, kişisel tarih neticede ve bence önemli. Yazıyorum ama yazıyı nasıl bitireceğimi bilmiyorum. Çocuklar hala uyuyor ya da uyuyormuş gibi yapıyor. Annem de yok hala ortalarda, birazdan çıkar sahneye "Çocuklar ne yiyecek, amma kitap okudun, bugün ne pişirelim, markete mi gitsen?" Ve ilk cümlesini söylediği anda sabah saatlerinin büyüsü yok olacak. Ahhh Virginia teyze ne güzel söylemişsin; kendine ait bir odası olmalı her kadının derken. Bir alanı, bir sessizliği, bir zamanı ve tabi parası olmalı her kadının, herkesin aslında ama erkekler zaten kendilerine zaman ve alan yaratmakta sıkıntı çekmiyor. Neyse ben rutinlerime döneyim artık! Güzel bir gün olsun.

5 Eylül 2022 Pazartesi

Bitmeyen Yaz

Son derece sıcak bir gün, ben ve çocuklar kendimiz yaz tatili için Türkiye'ye fırlattık. Tombi maalesef her türlü yolculukta kustuğu için 4 saatlik uçak yolculuğunu ayakta sürekli torba ve temiz kıyafet organizasyonuyla geçirdim. 


Türkiye'de anne yazlığında, sabah herkesten erken kalkıp sabah sayfaları yazmayı, spor ve yoga yapmayı hedefliyordum. Sabah sayfalarını bir gün bile yazmadım, herhalde 3 hafta filan spor yaptım, bir iki hafta sabah yoga yaptım. Bir süre sabah ablamla yürüyüş yaptım. Fakat her sabah erken kalkıp, çocuklar uyanana kadar çılgınca kitap okudum. Çok iyi geldi sabah serinliğinde, kuş sesleri eşliğinde, kahvemi içerken kitap okumak...


Her yaz olduğu gibi kafamdaki huzurlu tatil ve yaşananlar eşleşmedi. Her yaz olduğu gibi bir daha bu kadar erken gelmeyeceğim deyip annemden ve ablamdan baydığım anlar oldu. Ancak fark ettim ki, insanları ve olayları olduğu halleriyle daha rahat kabul edebiliyorum. Mesela annemle ablamın, saçma sapan kavgaları eskisi kadar sinirlendirmedi beni. Annemle daha az kavga ettim, ablamı ve değişen hayat stilini iplemedim, 'Amaaaaan onun hayatı, ne yaparsa yapsın' diyebildim. Ev işlerinden, angaryalardan çok nadir şikayet ettim. Aferin bana!


Kendimle ilgili bu olumlu hallerin dışında, sürekli aynı ortamda olmaktan, gürültücü komşulardan, annemin her şeye karışmasından, çocukların kavgalarında, yemek yeme konusunda arıza çıkarmalarından, bir süre sonra aramıza katılan Garmin'in lüzumsuz market alışverişlerinden, gün içerisinde yalnız kalamamaktan, bir odaya girip kapıyı kapatıp sadece boşboş tavanı seyredememekten, sessizlik ve huzur (neden bizi hep geç yatan ve sürekli yatılı misafir çağıran komşular buluyor?) içinde erken uyuyamamaktan, sabah sayfalarını yazamamaktan, 'Roman yazmak istiyorum ama nasıl yazabilirim ya, ne yapsam, ne okusam' diye düşünüp, bir şeyler okuyup ama her yıl olduğu gibi hiçbir halt edememekten sıkıldım. Yeni bir yer görmemek, bilmediğim sokaklarda yürümemek, arkadaşlarımla kahkahalar atarak sohbet etmemek (galiba artık pek arkadaşım da kalmadı Türkiye'de), istediğim şeyleri yiyememek de beni arada sinir etti. 


Yazın beni mutlu eden şeyler bol bol kitap okumak, diyet yapmayıp dilediğim gibi yemek içmek, cilt bakımı yaptırmak, görüşmek istemediğim kimseyle görüşmemek, bol bol yağmura denk gelmek, geceleri cam açık serinlikte uyuyabilmek oldu.


Ve sıcak bir yaz günü, daha da sıcak bir havaya, ülkeye döndük. Kuş seslerinden, sabah serinliğinden, anne yemeklerinden, açık havada kahveyle kitap okunan sabahlardan, ablamla arada yaptığımız göl manzaralı yürüyüşlerden, domates ve salatalığın ağzımda bıraktığı şahane tattan buraya dönmek oldukça travmatik oldu. Geleli bir hafta oldu, okul telaşı, valizleri yerleştirme, yemek yapmaya tekrar adapte olma derken geçti gitti bir hafta. Gelir gelmez diyete başladım, haftada bir yoga yapmak üzere harekete geçtim ve bir de spor yapmak için bebek adımları attım. Geçen bir haftada zamanı, çocukların okulda olduğu zamanı kötü kullandığımı bir kez daha tecrübe ettim. İşin iyi tarafı bu sefer, bunun farkındayım ve umarım değiştirebilecek gücü de bulurum. Kendi hayatım için anı olsun bu yazdıklarım ve umarım sağlıkla, huzurla, neşeyle gelecek yaza kavuşalım.

23 Mart 2022 Çarşamba

Hava Nasıl Oralarda?

Hava buralarda geçtiğimiz haftalarda fazlasıyla ısındı. Dünyanın büyük bir bölümü heyacanla baharı ve ardından yazı beklerken, bizler yaz diyemeyeceğimiz, hatta kelimelerle tanımlayamayacağımız, korkunç sıcakları bekliyoruz. Tam da "Sıcaklar erken geldi. Bu ne böyle ya? Nefes alamıyorum, artık açık havada yürüyüş yapamayız. Çocukları parka götüremem bundan sonra. Öğlen ikide ben 41 dereceyi gördüm!" cümleleri sık sık söylenmeye başlamışken hava geçen Perşembe, hafif hafif esen bir rüzgarla serinledi! Pazartesi sabahı çocukları arabayla okula bırakırken, arabada 20 dereceyi görmem içimi tatlı bir sevinçle doldurdu. Sabah 7:30'da çok da terlemeden yürümek, sonra açık havada kahve içmek öyle iyi geldi ki. Bugün yine hafiften ısınmaya başladı ama yine de çok kötü değildi. Hafif serin günlerin tadını çıkarmaya çalışıyorum çünkü çok az kaldı, sıcaktan bunalmanın ötesinde hisler yaşayacağım günlere.


Hava durumunun ardından hayat durumuna geçiyorum; Atomik Alışkanlıklar'a devam edemedim, hatta evde nerede hiçbir fikrim yok, ablamla annem geldi, ablam döndü, annem kaldı ve daha bir ayda burada, bazen çok bunaltıyor ve çığlık atma isteği uyandırıyor içimde ama dayanmaya çalışıyorum, yoga eğitimi devam ediyor  ve ben de sıkılmaya devam ediyorum, Sanatçının Yolu adlı kitaba başladım, daha önce Türkçesine başlayıp, ilerleyememiştim, İngilizcesi gayet güzel ilerliyor ama haftalık ödevler var ve ben onları yapamadığım, yapmadığım için kitap giysilerimin arasında bir yerde beni bekliyor, annem ve ablam gelmeden önce kendi çapımda düzenlediğim ev çoktan dağıldı, annemin düzen bozmayla ilgili ciddi bir yeteneği var, çocukların okulu Cuma'dan itibaren 2 hafta tatil, havalar ısınırsa o 2 hafta evde ve bir de üstüne annemle nasıl geçer bilmiyorum, annem burada olduğu için ev işleri ile ilgili yüküm haffiledi ama geceleri onunla saçma Türk dizileri izlediğim için erken yatamıyorum ve sabah da 6 sularında yataktan sürünerek kalkıyorum, yoga yapmak istiyorum kendi kendime ama onu da yapamıyorum çünkü evde bana düşen bir alan yok. Ahhhh bilge Virginia Woolf ne güzel demiş yüzyıllar önce, kendine ait bir oda, para ve zaman diye! Bende hiçbiri yok, neyse depresif hallere girmeyeyim. Günlerimin şu sıra en hoşuma giden kısmı, Atlıkarıncada Bir Tur Daha adlı kitap...Kanser hastası bir savaş muhabirinin hastalığının teşhisi ve tedavisine ilişkin geçmişle harmanlanmış anıları, düşünceleri, tecrübeleri. Öyle şahane bir anlatı ki, herkes hemen alsın, okusun bence...


Daha yazmak isterdim ama Garmin işten geldi, annem burada diye işe gidiyor, çocuklar aç ve akşam yemeği hazırlıkları beni bekliyor! Daha sık yazmak ve hayatın her anından ufacık da olsa keyif almak dileğiyle...

2 Mart 2022 Çarşamba

Günlerin Özeti

Haftada 2 kere yazacağım diyerek çıktığım yolda, maalesef başarıya ulaşamadım. 'Atomik Alışkanlıklar' adlı kitaptan aldığım gazla, haftada 2 gün yazmayı planladım, hatta hangi günler ve saat kaçta yazacağımı da planladım (kitabın tavsiyesi) ama olmadı. Kitabı da günlerdir okuyamadım. Tekrar okumaya ve tabi yazmaya geri dönmeyelim.

Neler yaptım geride bıraktığımız günlerde şöyle bir bakalım; ev halkı tarafından pek beğenilmeyen yemekler yaptım, yıkadım, kuruttum, katladım, sildim süpürdüm, marketlerden yiyecek vb taşıdım, sabahları bazen tek başıma, bazen de bir iki arkadaşla kahve içtim, arada yürüyüş ve yoga yapmaya çalıştım, maalesef bol bol instagrama baktım ve bol bol 'Love is Blind' izledim!

'Love is Blind Brasil' bittikten sonra, izlemek için bir şey ararken, gözüme 'Love is Japan' çarptı. Kendi kendime 'Bu sana ne ifade edecek? Kültür uzak, dil farklı..' dedim ama izlemeye başladım. İlk birkaç bölümü atlaya hoplaya, yemek yaparken, sebze meyve soyarken izledim. Sonra arabada çocukların okuldan çıkmasını beklerken ya da çocuklar uyuduktan sonra tüm ilgimi ve dikkati vererek izlemeye başladım. Ve Amerika ile Brezilya versiyonuna göre Japonya versiyonundan çok şey öğrendim, keşke 20 yıl önce öğrenseydim. Bir de Japonların kibarlığı, zarifliği, sakinliği çok hoşuma gitti. Mesela Amerika ve Brezilya'daki arkadaşlar, ilk yüzyüze karşılaşmalarında, sanki yıllardır görmedikleri ama hiç unutamadıkları ilk aşklarına mıcivezi bir şekilde kavuşmuş gibi davranıyorlardı. Birbirlerini görür görmez, kelimenin tam anlamıyla, birbirlerinin üzerine atlıyor ve şapır şupur bir hal alıyorlardı. Sonrasında da, birbirlerini doğru düzgün tanımayan bu iki insan arasındaki aşırı ve gereksiz samimiyet devam ediyordu. Balayı ve birlikte yaşama süresince yiyor, içiyor, saçma sapan sorular sorup kavga ediyor, sonra tekrar aşırı samimi olup, çoğunlukta da tam evlenecekken "Hayır" diyiveriyolardı. Japonya versiyonunda ise ilk yüzyüze karşılaşmada, önce birbirlerini nazikçe selamlayıp, sonra "Sana sarılabilir miyim?" diye sorup, tatlı tatlı birbirlerine sarıldılar ve tüm süreç boyunca birbirlerini gerçekten tanımak için çaba sarf ettiler. Bazılarının soruları aşırıydı ama genel olarak kadınların sorgulamalarına ve kendileriyle, beklentileriyle ilgili netliklerine hayran kaldım. Erkeklerin bir kısmı klasik olarak evliliğin ne anlama geldiğinden habersizdi ve onlarla eşleşen kadınlar nikah masasına gelmeden, güzel güzel ayrılıp yollarına devam ettiler. Geride kalan çiftler ise birbirlerini tanımak için sorular sordular, sohbet ettiler, röportajlarındaki kendilerini sorgulamaları da şahaneydi. İzlerken sürekli "Ya ben niye bunları düşünemedim evlenmedim önce?" diye kendimi epey sorguladım. Mesela evlenmeden karşındakine gerçekten sormak lazım "Gelecekten beklentin ne? Nasıl bir hayat hayal ediyorsun kendin için? Ben 3 çocuk istiyorum, ya sen? Ev işlerini bölüşmek sana uygun mu? Hobilerin neler?" diye. Japon ablalar hem bu soruları sordular, hem de adamlar istedikleri gibi cevaplar verse de, bazı durumlarda inandırıcı bulmadılar ve haklılardı da inandırıcı bulmamakta. 

Bir de dediğim gibi kendileri, davranışları, giysileri, yemekleri ne kadar zarif ve sade. Ayrıca arkaya 10 bölüm izlediğim için resmen Japonca kelime yakalamaya başladım, burada Türk dizileri izleye izleye şahane Türkçe konuşmaya başlayan birkaç arkadaşımı anladım. Ben de düzenli izlesem herhalde biraz konuşabilirim. Bir de balayını geçirdikleri Okinawa'ya bayıldım. İnsanların çok uzun yaşadığı yerlerden biri Okinawa ve öyle güzel ki. Ve tabi bir de Japonların nasıl bu kadar ince olduklarını çözdüm; kuruyemiş kasesinde yemek yiyorlar, sabah öyle ekmek reçel gibi olaylar yok ve o kadar küçük lokmalar yiyorlar ki yani kilo alsalar mucize olur...

Evet günlerin özeti dedim, reality show özeti verdim. Bundan sonra daha düzenli yazmak niyetiyle iyi geceler dilerim.

21 Şubat 2022 Pazartesi

Yeni Bir Hafta

 Garmin'in işe gitmesi yönündeki dualarım kabul oldu! Sağlam bir kavga etmemiz gerekiyormuş meğer. Klasik olacak ama kendisinin suçlu olduğu tartışma neticesinde, bugün tasını tarağını topladı gitti. Böylece ben de evde rahat rahat takılıyorum. Rahat takılıyorum derken, bütün gün televizyon karşısında yatmadım; yatakları topladım, çamaşırları katladım, yıkanmış çamaşırları astım, bütün evi süpürdüm, makarnasever çocuklarım sebze de yesin diye, çeşit çeşit sebze rendeledim ve sos yaptım, yoga yaptım, sonra da kendime şahane bir kahvaltı hazırladım.


Aynı evde yaşadığın ve her şeyden önemlisi çocuklarının babası olan biriyle küs olmak hoş değil ama sanırım işe gitmesini bu durum sağlıyorsa, bir süre daha küs kalacağım...


Hafta sonunu çocuklar uyuduktan sonra, Netflix'ten "Love is Blind" izleyerek harcadım. Bir taraftan da "Atomik Alışkanlıklar"ı okudum, çocuklar oynarken. "Atomik Alışkanlıklar"ın yazarı, "Love is Blind"ı izlediğimi duysa, yıkılırdı sanırım ama hayat beni bu duruma mecbur ediyor. Bir taraftan, kötü alışkanlıklarımdan kurtulmak ve sürekli olacak şekilde sağlıklı alışkanlıklar edinmek istiyorum fakat bir taraftan bunalıyorum her şeyden. Evlilik, çalışmıyor olmak, arkadaş denilen bir takım insanlar, dünyada olup biten çok yoruyor beni. Ve sadece televizyon izleseydim, durum kötü olabilirdi ama kitap da okuyorum en azından. Kitabı başarılı buldum, bitirince yazayım.


"Love is Blind"ın ise hem Amerika, hem Brezilya ayağını, atlayarak da olsa izledim ve bitirdim! Korkunç bir zaman kaybı ama ben farklı insanları, farklı ülkeleri ve kültürleri gözlemlemeyi çok seviyorum. Oturduğum yerden de ancak bu kadar oluyor. İlk olarak format fantastik; kadınlar ve erkekler birbirlerini görmeden sohbet ederek tanışıyorlar. Bazıları tanıştıkları insanlarla tekrar sohbet etmek istiyor ve nihayetinde beş altı çift oluşuyor. Bu çiftler artık tek bir kişiyle sohbete devam etmek istiyor. Uzatmayayım bu sohbetin sonunda, eğer evlenme teklifi sözkonusu olursa, birbirlerini görüyorlar, eğer yüzyüze görüşme sonrası da devam etmek isterlerse, balayına gidiyorlar, sanırım 3 hafta sonra da evleniyorlar. Tabi tam evlenirken, "hayır" deme şansları da var. Bu kısa özetin ardından, gözlemlerime geçeyim; Amerikalılar özellikle kadınlar enteresan, ben de çok konuşabilirim ama bunlar cidden çok konuşuyor ve sürekli bir "ben güvensizim" muhabbeti dönüyor. Yani insan neden sürekli olarak "Ben güvensizim, ben ürkeğim, ben panik atağım" desin? Bizim kültürümüzde tam tersi bence, herkes ne kadar mükemmel olduğundan bahsediyor. Amerikalı kadınlar bayağı açık açık tüm defolarını ortaya döküyorlar. Ve Amerikalı erkekler de takmıyor bu sorunları, özellikle sohbet sürecinde, tam gaz devam ediyorlar ilişkiye. Bizim kültürümüzde ise yine bence, erkekler direkt kaçar. Açık konuşmak gerekirse, ben de kaçarım. Bazıları ciddi acayip karakterlerdi. Erkekler peki bulunmadık Hint kumaşı mı derseniz? Yok değiller, böyle çiçekli basma tadınlar. Hele bir Shake vardı, evlenme sürecine girdiği Depps adlı kadın için "Çok iyi arkadaşım, beni hiç kimse bu kadar iyi anlamadı, fakat onu teyzem gibi görüyorum" dedi. Teyzen mi? Bir diğer evlilik yolundaki damat adayımız da bilgisayar oyunları oynayıp, haftanın 3-4 akşamı arkadaşlarıyla buluşuyordu. Ona da "Şekerim, madem kendi kendine takılacaksın, niye evlenmek istiyorsun?" diye bağırmak istedim. Değişik karakterlerdi yani. İlgimi çelen noktalar ise; abartılı boydaki el tırnakları, fantastik giysiler (gündelik hayatlarında da), aşırı dağınık evler, aşırı alkol tüketimi, hayat karşısındaki rahat tavırlar, karşı cinsle süper rahat iletişim kurma hali (bizim kültürümüzde ise herkes kasıntı, yine bence), kimsenin doğal olmaması; saçından tırnağına, kirpiğine kadar.....Şimdi okuyan olursa, bilmiyorum bu bilgilerle ne yapar ama bence "Love is Blind" mutfakta yemek yaparken, ya da çok yorgun bir günün ardından kanepede yayılırken dondurma eşliğinde izlenebilir. İyi haftalar!