5 Eylül 2022 Pazartesi

Bitmeyen Yaz

Son derece sıcak bir gün, ben ve çocuklar kendimiz yaz tatili için Türkiye'ye fırlattık. Tombi maalesef her türlü yolculukta kustuğu için 4 saatlik uçak yolculuğunu ayakta sürekli torba ve temiz kıyafet organizasyonuyla geçirdim. 


Türkiye'de anne yazlığında, sabah herkesten erken kalkıp sabah sayfaları yazmayı, spor ve yoga yapmayı hedefliyordum. Sabah sayfalarını bir gün bile yazmadım, herhalde 3 hafta filan spor yaptım, bir iki hafta sabah yoga yaptım. Bir süre sabah ablamla yürüyüş yaptım. Fakat her sabah erken kalkıp, çocuklar uyanana kadar çılgınca kitap okudum. Çok iyi geldi sabah serinliğinde, kuş sesleri eşliğinde, kahvemi içerken kitap okumak...


Her yaz olduğu gibi kafamdaki huzurlu tatil ve yaşananlar eşleşmedi. Her yaz olduğu gibi bir daha bu kadar erken gelmeyeceğim deyip annemden ve ablamdan baydığım anlar oldu. Ancak fark ettim ki, insanları ve olayları olduğu halleriyle daha rahat kabul edebiliyorum. Mesela annemle ablamın, saçma sapan kavgaları eskisi kadar sinirlendirmedi beni. Annemle daha az kavga ettim, ablamı ve değişen hayat stilini iplemedim, 'Amaaaaan onun hayatı, ne yaparsa yapsın' diyebildim. Ev işlerinden, angaryalardan çok nadir şikayet ettim. Aferin bana!


Kendimle ilgili bu olumlu hallerin dışında, sürekli aynı ortamda olmaktan, gürültücü komşulardan, annemin her şeye karışmasından, çocukların kavgalarında, yemek yeme konusunda arıza çıkarmalarından, bir süre sonra aramıza katılan Garmin'in lüzumsuz market alışverişlerinden, gün içerisinde yalnız kalamamaktan, bir odaya girip kapıyı kapatıp sadece boşboş tavanı seyredememekten, sessizlik ve huzur (neden bizi hep geç yatan ve sürekli yatılı misafir çağıran komşular buluyor?) içinde erken uyuyamamaktan, sabah sayfalarını yazamamaktan, 'Roman yazmak istiyorum ama nasıl yazabilirim ya, ne yapsam, ne okusam' diye düşünüp, bir şeyler okuyup ama her yıl olduğu gibi hiçbir halt edememekten sıkıldım. Yeni bir yer görmemek, bilmediğim sokaklarda yürümemek, arkadaşlarımla kahkahalar atarak sohbet etmemek (galiba artık pek arkadaşım da kalmadı Türkiye'de), istediğim şeyleri yiyememek de beni arada sinir etti. 


Yazın beni mutlu eden şeyler bol bol kitap okumak, diyet yapmayıp dilediğim gibi yemek içmek, cilt bakımı yaptırmak, görüşmek istemediğim kimseyle görüşmemek, bol bol yağmura denk gelmek, geceleri cam açık serinlikte uyuyabilmek oldu.


Ve sıcak bir yaz günü, daha da sıcak bir havaya, ülkeye döndük. Kuş seslerinden, sabah serinliğinden, anne yemeklerinden, açık havada kahveyle kitap okunan sabahlardan, ablamla arada yaptığımız göl manzaralı yürüyüşlerden, domates ve salatalığın ağzımda bıraktığı şahane tattan buraya dönmek oldukça travmatik oldu. Geleli bir hafta oldu, okul telaşı, valizleri yerleştirme, yemek yapmaya tekrar adapte olma derken geçti gitti bir hafta. Gelir gelmez diyete başladım, haftada bir yoga yapmak üzere harekete geçtim ve bir de spor yapmak için bebek adımları attım. Geçen bir haftada zamanı, çocukların okulda olduğu zamanı kötü kullandığımı bir kez daha tecrübe ettim. İşin iyi tarafı bu sefer, bunun farkındayım ve umarım değiştirebilecek gücü de bulurum. Kendi hayatım için anı olsun bu yazdıklarım ve umarım sağlıkla, huzurla, neşeyle gelecek yaza kavuşalım.

23 Mart 2022 Çarşamba

Hava Nasıl Oralarda?

Hava buralarda geçtiğimiz haftalarda fazlasıyla ısındı. Dünyanın büyük bir bölümü heyacanla baharı ve ardından yazı beklerken, bizler yaz diyemeyeceğimiz, hatta kelimelerle tanımlayamayacağımız, korkunç sıcakları bekliyoruz. Tam da "Sıcaklar erken geldi. Bu ne böyle ya? Nefes alamıyorum, artık açık havada yürüyüş yapamayız. Çocukları parka götüremem bundan sonra. Öğlen ikide ben 41 dereceyi gördüm!" cümleleri sık sık söylenmeye başlamışken hava geçen Perşembe, hafif hafif esen bir rüzgarla serinledi! Pazartesi sabahı çocukları arabayla okula bırakırken, arabada 20 dereceyi görmem içimi tatlı bir sevinçle doldurdu. Sabah 7:30'da çok da terlemeden yürümek, sonra açık havada kahve içmek öyle iyi geldi ki. Bugün yine hafiften ısınmaya başladı ama yine de çok kötü değildi. Hafif serin günlerin tadını çıkarmaya çalışıyorum çünkü çok az kaldı, sıcaktan bunalmanın ötesinde hisler yaşayacağım günlere.


Hava durumunun ardından hayat durumuna geçiyorum; Atomik Alışkanlıklar'a devam edemedim, hatta evde nerede hiçbir fikrim yok, ablamla annem geldi, ablam döndü, annem kaldı ve daha bir ayda burada, bazen çok bunaltıyor ve çığlık atma isteği uyandırıyor içimde ama dayanmaya çalışıyorum, yoga eğitimi devam ediyor  ve ben de sıkılmaya devam ediyorum, Sanatçının Yolu adlı kitaba başladım, daha önce Türkçesine başlayıp, ilerleyememiştim, İngilizcesi gayet güzel ilerliyor ama haftalık ödevler var ve ben onları yapamadığım, yapmadığım için kitap giysilerimin arasında bir yerde beni bekliyor, annem ve ablam gelmeden önce kendi çapımda düzenlediğim ev çoktan dağıldı, annemin düzen bozmayla ilgili ciddi bir yeteneği var, çocukların okulu Cuma'dan itibaren 2 hafta tatil, havalar ısınırsa o 2 hafta evde ve bir de üstüne annemle nasıl geçer bilmiyorum, annem burada olduğu için ev işleri ile ilgili yüküm haffiledi ama geceleri onunla saçma Türk dizileri izlediğim için erken yatamıyorum ve sabah da 6 sularında yataktan sürünerek kalkıyorum, yoga yapmak istiyorum kendi kendime ama onu da yapamıyorum çünkü evde bana düşen bir alan yok. Ahhhh bilge Virginia Woolf ne güzel demiş yüzyıllar önce, kendine ait bir oda, para ve zaman diye! Bende hiçbiri yok, neyse depresif hallere girmeyeyim. Günlerimin şu sıra en hoşuma giden kısmı, Atlıkarıncada Bir Tur Daha adlı kitap...Kanser hastası bir savaş muhabirinin hastalığının teşhisi ve tedavisine ilişkin geçmişle harmanlanmış anıları, düşünceleri, tecrübeleri. Öyle şahane bir anlatı ki, herkes hemen alsın, okusun bence...


Daha yazmak isterdim ama Garmin işten geldi, annem burada diye işe gidiyor, çocuklar aç ve akşam yemeği hazırlıkları beni bekliyor! Daha sık yazmak ve hayatın her anından ufacık da olsa keyif almak dileğiyle...

2 Mart 2022 Çarşamba

Günlerin Özeti

Haftada 2 kere yazacağım diyerek çıktığım yolda, maalesef başarıya ulaşamadım. 'Atomik Alışkanlıklar' adlı kitaptan aldığım gazla, haftada 2 gün yazmayı planladım, hatta hangi günler ve saat kaçta yazacağımı da planladım (kitabın tavsiyesi) ama olmadı. Kitabı da günlerdir okuyamadım. Tekrar okumaya ve tabi yazmaya geri dönmeyelim.

Neler yaptım geride bıraktığımız günlerde şöyle bir bakalım; ev halkı tarafından pek beğenilmeyen yemekler yaptım, yıkadım, kuruttum, katladım, sildim süpürdüm, marketlerden yiyecek vb taşıdım, sabahları bazen tek başıma, bazen de bir iki arkadaşla kahve içtim, arada yürüyüş ve yoga yapmaya çalıştım, maalesef bol bol instagrama baktım ve bol bol 'Love is Blind' izledim!

'Love is Blind Brasil' bittikten sonra, izlemek için bir şey ararken, gözüme 'Love is Japan' çarptı. Kendi kendime 'Bu sana ne ifade edecek? Kültür uzak, dil farklı..' dedim ama izlemeye başladım. İlk birkaç bölümü atlaya hoplaya, yemek yaparken, sebze meyve soyarken izledim. Sonra arabada çocukların okuldan çıkmasını beklerken ya da çocuklar uyuduktan sonra tüm ilgimi ve dikkati vererek izlemeye başladım. Ve Amerika ile Brezilya versiyonuna göre Japonya versiyonundan çok şey öğrendim, keşke 20 yıl önce öğrenseydim. Bir de Japonların kibarlığı, zarifliği, sakinliği çok hoşuma gitti. Mesela Amerika ve Brezilya'daki arkadaşlar, ilk yüzyüze karşılaşmalarında, sanki yıllardır görmedikleri ama hiç unutamadıkları ilk aşklarına mıcivezi bir şekilde kavuşmuş gibi davranıyorlardı. Birbirlerini görür görmez, kelimenin tam anlamıyla, birbirlerinin üzerine atlıyor ve şapır şupur bir hal alıyorlardı. Sonrasında da, birbirlerini doğru düzgün tanımayan bu iki insan arasındaki aşırı ve gereksiz samimiyet devam ediyordu. Balayı ve birlikte yaşama süresince yiyor, içiyor, saçma sapan sorular sorup kavga ediyor, sonra tekrar aşırı samimi olup, çoğunlukta da tam evlenecekken "Hayır" diyiveriyolardı. Japonya versiyonunda ise ilk yüzyüze karşılaşmada, önce birbirlerini nazikçe selamlayıp, sonra "Sana sarılabilir miyim?" diye sorup, tatlı tatlı birbirlerine sarıldılar ve tüm süreç boyunca birbirlerini gerçekten tanımak için çaba sarf ettiler. Bazılarının soruları aşırıydı ama genel olarak kadınların sorgulamalarına ve kendileriyle, beklentileriyle ilgili netliklerine hayran kaldım. Erkeklerin bir kısmı klasik olarak evliliğin ne anlama geldiğinden habersizdi ve onlarla eşleşen kadınlar nikah masasına gelmeden, güzel güzel ayrılıp yollarına devam ettiler. Geride kalan çiftler ise birbirlerini tanımak için sorular sordular, sohbet ettiler, röportajlarındaki kendilerini sorgulamaları da şahaneydi. İzlerken sürekli "Ya ben niye bunları düşünemedim evlenmedim önce?" diye kendimi epey sorguladım. Mesela evlenmeden karşındakine gerçekten sormak lazım "Gelecekten beklentin ne? Nasıl bir hayat hayal ediyorsun kendin için? Ben 3 çocuk istiyorum, ya sen? Ev işlerini bölüşmek sana uygun mu? Hobilerin neler?" diye. Japon ablalar hem bu soruları sordular, hem de adamlar istedikleri gibi cevaplar verse de, bazı durumlarda inandırıcı bulmadılar ve haklılardı da inandırıcı bulmamakta. 

Bir de dediğim gibi kendileri, davranışları, giysileri, yemekleri ne kadar zarif ve sade. Ayrıca arkaya 10 bölüm izlediğim için resmen Japonca kelime yakalamaya başladım, burada Türk dizileri izleye izleye şahane Türkçe konuşmaya başlayan birkaç arkadaşımı anladım. Ben de düzenli izlesem herhalde biraz konuşabilirim. Bir de balayını geçirdikleri Okinawa'ya bayıldım. İnsanların çok uzun yaşadığı yerlerden biri Okinawa ve öyle güzel ki. Ve tabi bir de Japonların nasıl bu kadar ince olduklarını çözdüm; kuruyemiş kasesinde yemek yiyorlar, sabah öyle ekmek reçel gibi olaylar yok ve o kadar küçük lokmalar yiyorlar ki yani kilo alsalar mucize olur...

Evet günlerin özeti dedim, reality show özeti verdim. Bundan sonra daha düzenli yazmak niyetiyle iyi geceler dilerim.

21 Şubat 2022 Pazartesi

Yeni Bir Hafta

 Garmin'in işe gitmesi yönündeki dualarım kabul oldu! Sağlam bir kavga etmemiz gerekiyormuş meğer. Klasik olacak ama kendisinin suçlu olduğu tartışma neticesinde, bugün tasını tarağını topladı gitti. Böylece ben de evde rahat rahat takılıyorum. Rahat takılıyorum derken, bütün gün televizyon karşısında yatmadım; yatakları topladım, çamaşırları katladım, yıkanmış çamaşırları astım, bütün evi süpürdüm, makarnasever çocuklarım sebze de yesin diye, çeşit çeşit sebze rendeledim ve sos yaptım, yoga yaptım, sonra da kendime şahane bir kahvaltı hazırladım.


Aynı evde yaşadığın ve her şeyden önemlisi çocuklarının babası olan biriyle küs olmak hoş değil ama sanırım işe gitmesini bu durum sağlıyorsa, bir süre daha küs kalacağım...


Hafta sonunu çocuklar uyuduktan sonra, Netflix'ten "Love is Blind" izleyerek harcadım. Bir taraftan da "Atomik Alışkanlıklar"ı okudum, çocuklar oynarken. "Atomik Alışkanlıklar"ın yazarı, "Love is Blind"ı izlediğimi duysa, yıkılırdı sanırım ama hayat beni bu duruma mecbur ediyor. Bir taraftan, kötü alışkanlıklarımdan kurtulmak ve sürekli olacak şekilde sağlıklı alışkanlıklar edinmek istiyorum fakat bir taraftan bunalıyorum her şeyden. Evlilik, çalışmıyor olmak, arkadaş denilen bir takım insanlar, dünyada olup biten çok yoruyor beni. Ve sadece televizyon izleseydim, durum kötü olabilirdi ama kitap da okuyorum en azından. Kitabı başarılı buldum, bitirince yazayım.


"Love is Blind"ın ise hem Amerika, hem Brezilya ayağını, atlayarak da olsa izledim ve bitirdim! Korkunç bir zaman kaybı ama ben farklı insanları, farklı ülkeleri ve kültürleri gözlemlemeyi çok seviyorum. Oturduğum yerden de ancak bu kadar oluyor. İlk olarak format fantastik; kadınlar ve erkekler birbirlerini görmeden sohbet ederek tanışıyorlar. Bazıları tanıştıkları insanlarla tekrar sohbet etmek istiyor ve nihayetinde beş altı çift oluşuyor. Bu çiftler artık tek bir kişiyle sohbete devam etmek istiyor. Uzatmayayım bu sohbetin sonunda, eğer evlenme teklifi sözkonusu olursa, birbirlerini görüyorlar, eğer yüzyüze görüşme sonrası da devam etmek isterlerse, balayına gidiyorlar, sanırım 3 hafta sonra da evleniyorlar. Tabi tam evlenirken, "hayır" deme şansları da var. Bu kısa özetin ardından, gözlemlerime geçeyim; Amerikalılar özellikle kadınlar enteresan, ben de çok konuşabilirim ama bunlar cidden çok konuşuyor ve sürekli bir "ben güvensizim" muhabbeti dönüyor. Yani insan neden sürekli olarak "Ben güvensizim, ben ürkeğim, ben panik atağım" desin? Bizim kültürümüzde tam tersi bence, herkes ne kadar mükemmel olduğundan bahsediyor. Amerikalı kadınlar bayağı açık açık tüm defolarını ortaya döküyorlar. Ve Amerikalı erkekler de takmıyor bu sorunları, özellikle sohbet sürecinde, tam gaz devam ediyorlar ilişkiye. Bizim kültürümüzde ise yine bence, erkekler direkt kaçar. Açık konuşmak gerekirse, ben de kaçarım. Bazıları ciddi acayip karakterlerdi. Erkekler peki bulunmadık Hint kumaşı mı derseniz? Yok değiller, böyle çiçekli basma tadınlar. Hele bir Shake vardı, evlenme sürecine girdiği Depps adlı kadın için "Çok iyi arkadaşım, beni hiç kimse bu kadar iyi anlamadı, fakat onu teyzem gibi görüyorum" dedi. Teyzen mi? Bir diğer evlilik yolundaki damat adayımız da bilgisayar oyunları oynayıp, haftanın 3-4 akşamı arkadaşlarıyla buluşuyordu. Ona da "Şekerim, madem kendi kendine takılacaksın, niye evlenmek istiyorsun?" diye bağırmak istedim. Değişik karakterlerdi yani. İlgimi çelen noktalar ise; abartılı boydaki el tırnakları, fantastik giysiler (gündelik hayatlarında da), aşırı dağınık evler, aşırı alkol tüketimi, hayat karşısındaki rahat tavırlar, karşı cinsle süper rahat iletişim kurma hali (bizim kültürümüzde ise herkes kasıntı, yine bence), kimsenin doğal olmaması; saçından tırnağına, kirpiğine kadar.....Şimdi okuyan olursa, bilmiyorum bu bilgilerle ne yapar ama bence "Love is Blind" mutfakta yemek yaparken, ya da çok yorgun bir günün ardından kanepede yayılırken dondurma eşliğinde izlenebilir. İyi haftalar!

17 Şubat 2022 Perşembe

Küçük Siyah Elbise

 Geçtiğimiz hafta sonu, aylardır gitmeyi başaramadığımız Expo'ya gidelim dedik. Cumartesi sabahtan çıktık ve akşama kadar o ülke senin, bu ülke benim gezdik durduk. Çocuklar bizden daha çok keyif aldı tabi ama benim de, aylar sonra yaratıcı ve sanatsal çalışmalar görmem, etrafımdaki Türkler dışında başka insanların varlığını yeniden fark etmem ve yemek yapmak, çocukları okula götürmek, çamaşır yıkamak vb dışında bir dünya olduğunu hatırlamam açısından iyiydi. Geniş yollarda, açık havada yürümek, ülkelerin sürdürülebilirlik, mobilite ve fırsatlar temaları etrafında neler tasarladığını görmek ilgi çekiciydi. Bir de Avusturya pavilyonunun çıkışında, kafelerinde kahve içtiğim için kendimi çok şanslı hissettim. Böyle bir günün ardından bir film karakteri olsam, eve gelip üzerime rahat ve tabi şık giysilerimi giyer, elime kitabımı ve kahvemi alır, pofuduk kanepemin üzerine yerleşirdim. Çocuklar da odalarında kitap okuyor ya da oyun oynuyor olurlardı. Benim dışımda ailenin geri kalanı film karakteri moduna hemen girdiler ve evde keyif yapmaya başladılar. Garmin kanepede, telefonuna bakıyordu. Çocuklar üstlerini başlarını yerlere fırlatmış, bağıra çağıra odalarında takılıyordu. Bense önce makineye çamaşır koydum. Hızla mutfağa geçip, yemek hazırlamaya başladım. Sonra kuruyan çamaşırları toplayıp, katlayıp yerleştirdim. Bulaşık makinesini boşalttım. Yemek yedik, masayı toplayıp, bulaşıkları yerleştirdim. Çamaşırları astım. Çocuklara yüzlerce kez, ellerinizi yıkayın, dişlerinizi fırçalayın, kirlilerinizi sepete atın, yaw biraz kitap okuyun diye bağırdım. Garmin tabağını, mutfağın salona bakan tarafından lavaboya bıraktı ve arada bir bana 'niye bağırıyosun?' gibilerinden ters ters baktı.



Pazar sabahı da film karakterleri ve ben kalktık. Hedef yine Expo'ydu. Ben kahvaltıdan, yanımızda götüreceğimiz yiyecek içeceğe kadar her şeyi hazırladım. Garmin ve çocuklar ise kendilerini hazırlayıp kapıya geldiler. Neyse vardık yine Expo köyüne, istediğimiz bölgeye gitmek için otobüse bindik. Ben üstümde siyah tayt, siyah kazak, sırtımda çanta, saçlarım saçma sapan toplanmış bir halde otobüsün içinde beklerken, küçük siyah elbiseli bir kadın, kocası ve küçük çocuğu bindi otobüse. Kadının sarı saçları dümdüz ve açıktı. Üzerinde şu her moda dergisinde bahsedilen 'küçük siyah elbise' vardı. Ayağında siyah beyaz çizgili, minicik topuklu ayakkabılar ve elinde de, benim elim kadar bir çanta...Kırmızı ojeler, pırlanta yüzükler. Bu kadar! Ama nasıl şık. Ben bir taraftan kadını inceliyor, bir taraftan da 'yaw bunlar yanlarına çocuk için yedek kıyafet, su, atıştırmalık almamış mı?' diye düşünürken, bir baktım, çocukçağızın sırtında küçük bir sırt çantası var, o kadar. Beraber indik otobüsten, onlar da bizim arkamızdan Almanya için sıraya girdiler. Konuşmalarından anladığım kadarıyla Fransızlardı. Ve kadın sanki hayatı boyunca hiç yemek yapmamış ya da kısaca şöyle söyleyeyim, benim yaptığım işleri yapmamış hiç gibi görünüyordu, iyi de nasıl oluyordu? Öyle güzel, öyle hafif, öyle şıktı ki... Bence pek çok kadın, onun gibi görünmek isterdi. İşin sırrı küçük siyah elbisede miydi? Yoksa kocasıyla beraber gerçek anlamda her şeyi paylaştıkları için mi kadın böyle mutluydu? Mesela ben Garmin'e 'Bir günde sen bulaşık makinesini boşaltsan?' dediğimde aldığım tek cevap var; 'Sen çalış, ben ev işlerini yapayım o zaman!' Şöyle omuzlarından tutup haykırmak istiyorum suratına 'Ne alakası var benim çalışıp çalışmamamla bulaşık makinesinin? Sen de bu evde yaşıyorsun, 4 kişinin işini tek bir kişi yapamaz!' Arada haykırıyorum ama omuzlarından tutup sarsmadan, fakat yok anlamıyor. Küçük siyah elbiseli kadının kocası, anlamış ya da anlamasına hiç gerek yokmuş, öyle büyümüş büyük olasılıkla. Zaten bir günde onlarca kadının, çocuğun, hayvanın öldürüldüğü bir ülkede, bulaşık makinesi boşaltmalarını beklemek cidden ütopik, öldürmesinler yeter.

15 Şubat 2022 Salı

Son 7 Ay

 Can sıkıntısından 2 gün önce kendi blogumda neler yazdığıma bakarken, bir de ne göreyim; biri yorum yapmış. Ne heyacan, ne mutluluk ve tekrar yazma kararı, inşallah bu sefer düzenli olarak...


Temmuz'dan bu yana, bir ülke değiştirdim ve beraberinde yeni bir ev. Ülke değişimi, çöle dönüş yani kürkçü dükkanı, alıştığım hayat ve düzen. Fakat ev değişimi vurucu hatta yıkıcı oldu çünkü maddi sıkıntılar nedeniyle başka bir semte ve başka bir apartman dairesine giriş yaptık. 21 Ağustos gecesi Garmin beni ve çocukları havaalanından alıp, hiç görmediğimiz yeni evimize getirdi ve içeri adımımı attığım andan itibaren sevmedim, sevemedim evi. Yapacak bir şey olmadığı için yerleştik tabi, ilk haftalar zor olsa da bir düzen tutturduk. Garmin evle ilgili şikayetlere kulaklarını tıkadı çünkü kira aşırı ucuzdu. 


Çocuklar uzun bir aradan sonra Eylül başında okula gitmeye ve onları okula götürmek için sabahın 6'sında kalkmaya başladım. Eski okullarına tekrar başladıkları için adaptasyon kolay oldu, çok şükür. Garmin evden çalışmasaydı her şey okulla birlikte daha rahat olacaktı ama maalesef Garmin evden çalışma konusunda kararlıydı ve hala da kararlı. 


Yoga eğitimi bitti ve yenisine başladım. Başlamaz olaydım! 200 saatin üstüne, ne gerek vardı? VE hoca saatlerce aynı şeyleri, çevirip çevirip, neden benim dışımda herkese çok yumuşak ve dingin gelen bir ses tonuyla anlatıyordu? Neden neden neden? Zoom üzerinden olan tüm dersler boyunca, elimle ağzımı kapatarak söylenip durdum ve buna devam ediyorum. Ayrıca dersler boyunca yandan telefonumda gezdim durdum. Bir şey kaçırdım mı? Hayır! Çünkü dediğim gibi aynı şeyleri farklı kelimeler ve devrik cümlelerle anlatınca, ilk yarım saat dinlesem yetiyor! Çok sıkıcı çok. Birkaç yoga dersi vermeye başladım ve maalesef yoga dersi vermeyi değil, yoga dersi almayı sevdiğimi keşfettim. Çok acı çünkü Garmin ciddi yogadan çok para kazanacağımı düşünüyor. Tabi bu kadar eğitim yatırımı yaptığım için iyi kötü ders vermeye devam ediyorum ama bu dersler bana ne finansal özgürlük, ne keyif, ne de mutluluk sağlıyor. 


Yılbaşı tatilinde çocuklarla 3 hafta İstanbul'a gittim. Tüm birikimimi cilt bakımına yatırdım ama yüzümde hala gözenekler var. 45 yaşında, işsiz olmak ve yüzünde gözenekler olması hoş bir durum değil. Dilerim kimsenin yüzünde 10 yaşındna itibaren, izi kalacak yapıda sivilce çıkmaz. Ve çocuklarım umarım bu konuda benim genlerimden uzak durmuşlardır. İstanbul tatili, Garmin'den ve evden uzak kalmak anlamında iyiydi. Fakat yine döndük geldik. Gelir gelmez Garmin covid oldu, ardından Lokum, ardından ben. Ve İstanbul'da 'Ayyyy ya yine kapatma olursa salgın yüzünden, ben ne yaparım o evde günlerce?' dememin bedelini ödedim. 3 hafta evden çıkamadık. Deliliğin sınırlarını zorladım. 3 hafta sonunda çocuklar okula döndü, fakat Garmin işe dönmedi! Bu konuyla ilgili adak adamaya, gerekirse büyü yapmaya karar verdim:) Evde yalnız kalma, tek başıma kitap okuma, dizi izleme isteğim öyle kuvvetli. Bence herkesin kendine ait bir alana ihtiyacı var, küçücük bir alan olsa da...


Şimdilik bu kadar 7 ayın özeti. Ve kendime söz; her gün olmasa da, 2 günde bir bundan sonra yazacağım yazacağım yazacağım....