17 Şubat 2022 Perşembe

Küçük Siyah Elbise

 Geçtiğimiz hafta sonu, aylardır gitmeyi başaramadığımız Expo'ya gidelim dedik. Cumartesi sabahtan çıktık ve akşama kadar o ülke senin, bu ülke benim gezdik durduk. Çocuklar bizden daha çok keyif aldı tabi ama benim de, aylar sonra yaratıcı ve sanatsal çalışmalar görmem, etrafımdaki Türkler dışında başka insanların varlığını yeniden fark etmem ve yemek yapmak, çocukları okula götürmek, çamaşır yıkamak vb dışında bir dünya olduğunu hatırlamam açısından iyiydi. Geniş yollarda, açık havada yürümek, ülkelerin sürdürülebilirlik, mobilite ve fırsatlar temaları etrafında neler tasarladığını görmek ilgi çekiciydi. Bir de Avusturya pavilyonunun çıkışında, kafelerinde kahve içtiğim için kendimi çok şanslı hissettim. Böyle bir günün ardından bir film karakteri olsam, eve gelip üzerime rahat ve tabi şık giysilerimi giyer, elime kitabımı ve kahvemi alır, pofuduk kanepemin üzerine yerleşirdim. Çocuklar da odalarında kitap okuyor ya da oyun oynuyor olurlardı. Benim dışımda ailenin geri kalanı film karakteri moduna hemen girdiler ve evde keyif yapmaya başladılar. Garmin kanepede, telefonuna bakıyordu. Çocuklar üstlerini başlarını yerlere fırlatmış, bağıra çağıra odalarında takılıyordu. Bense önce makineye çamaşır koydum. Hızla mutfağa geçip, yemek hazırlamaya başladım. Sonra kuruyan çamaşırları toplayıp, katlayıp yerleştirdim. Bulaşık makinesini boşalttım. Yemek yedik, masayı toplayıp, bulaşıkları yerleştirdim. Çamaşırları astım. Çocuklara yüzlerce kez, ellerinizi yıkayın, dişlerinizi fırçalayın, kirlilerinizi sepete atın, yaw biraz kitap okuyun diye bağırdım. Garmin tabağını, mutfağın salona bakan tarafından lavaboya bıraktı ve arada bir bana 'niye bağırıyosun?' gibilerinden ters ters baktı.



Pazar sabahı da film karakterleri ve ben kalktık. Hedef yine Expo'ydu. Ben kahvaltıdan, yanımızda götüreceğimiz yiyecek içeceğe kadar her şeyi hazırladım. Garmin ve çocuklar ise kendilerini hazırlayıp kapıya geldiler. Neyse vardık yine Expo köyüne, istediğimiz bölgeye gitmek için otobüse bindik. Ben üstümde siyah tayt, siyah kazak, sırtımda çanta, saçlarım saçma sapan toplanmış bir halde otobüsün içinde beklerken, küçük siyah elbiseli bir kadın, kocası ve küçük çocuğu bindi otobüse. Kadının sarı saçları dümdüz ve açıktı. Üzerinde şu her moda dergisinde bahsedilen 'küçük siyah elbise' vardı. Ayağında siyah beyaz çizgili, minicik topuklu ayakkabılar ve elinde de, benim elim kadar bir çanta...Kırmızı ojeler, pırlanta yüzükler. Bu kadar! Ama nasıl şık. Ben bir taraftan kadını inceliyor, bir taraftan da 'yaw bunlar yanlarına çocuk için yedek kıyafet, su, atıştırmalık almamış mı?' diye düşünürken, bir baktım, çocukçağızın sırtında küçük bir sırt çantası var, o kadar. Beraber indik otobüsten, onlar da bizim arkamızdan Almanya için sıraya girdiler. Konuşmalarından anladığım kadarıyla Fransızlardı. Ve kadın sanki hayatı boyunca hiç yemek yapmamış ya da kısaca şöyle söyleyeyim, benim yaptığım işleri yapmamış hiç gibi görünüyordu, iyi de nasıl oluyordu? Öyle güzel, öyle hafif, öyle şıktı ki... Bence pek çok kadın, onun gibi görünmek isterdi. İşin sırrı küçük siyah elbisede miydi? Yoksa kocasıyla beraber gerçek anlamda her şeyi paylaştıkları için mi kadın böyle mutluydu? Mesela ben Garmin'e 'Bir günde sen bulaşık makinesini boşaltsan?' dediğimde aldığım tek cevap var; 'Sen çalış, ben ev işlerini yapayım o zaman!' Şöyle omuzlarından tutup haykırmak istiyorum suratına 'Ne alakası var benim çalışıp çalışmamamla bulaşık makinesinin? Sen de bu evde yaşıyorsun, 4 kişinin işini tek bir kişi yapamaz!' Arada haykırıyorum ama omuzlarından tutup sarsmadan, fakat yok anlamıyor. Küçük siyah elbiseli kadının kocası, anlamış ya da anlamasına hiç gerek yokmuş, öyle büyümüş büyük olasılıkla. Zaten bir günde onlarca kadının, çocuğun, hayvanın öldürüldüğü bir ülkede, bulaşık makinesi boşaltmalarını beklemek cidden ütopik, öldürmesinler yeter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder