24 Ağustos 2016 Çarşamba

Çoluk Çocuk

An itibariyle, çocukların yemeyeceğinden %90 oranında emin olduğum bir puding yapıyorum. Neden mi yemeyecekler? Çünkü içinde şeker yok! Şeker zararlı ve ben kendim de bir çeşit şeker bağımlısı olduğum için onları bari uzak tutayım diyorum ama yok olmuyor. Belki hiç şekerli birşey yemeselerdi bu zamana kadar severlerdi benim yaptığım tatlımsı şeyleri ama... Sağolsun anneanne, babaanne, özellikle dede ve etraftaki diğer çoçukların ve annelerinin katkılarıyla ve 'bir kereden birşey olmaz' mantığıyla seviyorlar şekerli şeyleri.



Teknoloji de şeker gibi, ben uzak tutayım dedikçe onlar ipad, bilgisayar, telefon peşinde koşuyorlar. Özellikle Tombi. Evde arada televizyon izliyor fakat bir arkadaşına gidiyoruz, çocuk bir bakıyor o evde televizyon tüm gün açık (tüm gün televizyon izleyen çocuk da bayağı zeki bu arada, yani bana televizyondan kötü etkilenmiş gibi gözükmüyor) sonra bana dönüyor "Kötü anne, sen bana televizyon izletmiyorsun" diyor. Halbuki izletiyorum ama bütün gün açık bıraksam biliyorum tüm gün başında oturacak. Karakter herhalde.

Çoluk çocuk işleri bu devirde zor; gıda kötü, oyunlar kötü, oyuncaklar bir acayip, her çocuğun elinde telefon, ipad. Beraber oyun oynamanın yerini, eline ipad alıp beraber oturmak almış. Kamu spotuya da bilmiş anne bloggerlar gibi yazdım ama valla şeker de teknoloji de çok zararlı bana kalırsa ve çocukları korumak da çok çok zor, dertleşeyim biraz dedim.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Evde Tek Başına

Garmin'in bu sabah itibariyle işe başlamasıyla beraber çocuklarla evde tek başına kaldım. Hava cehennemi boyutta sıcak olmasa ve günü parkta bahçede geçirsek hiç problem yok ama biri 5, biri 3 yaşında ve sürekli kavga eden iki çocukla bütün gün evde olmak gerçekten travmatik. Bir kere sürekli didişiyorlar, biri oyuna dalsa diğeri gelip bozuyor, beraber birşey yapmaya kalksak 'ben daha iyi yaptım, sen daha iyi yaptın' diye birbirlerine sarıyorlar. İtişip kakışmasalar sözlü olarak atışıyorlar. Daha ne diyeyim, ben de isterdim şöyle şahane annelerin bloglarında yazdıkları gibi süper huzurlu bir günü yazmak ama bizde sürekli bir bağırış çağırış ve stres sözkonusu. Nedir meselemiz bilemiyorum; sakin davranıyorum olmuyor, bağırıyorum olmuyor, olmuyor olmuyor olmuyor.  


Bir de yaz tatilinden önce 'Ben unschooling (okulsuzluk) yapacağım, çocukları okula göndermeyeceğim' diye hava atıyordum millete. 'Efendim, eğitim sistemi, disiplin, ruh halini bilmediğimiz öğretmenler çocukları bozuyor, baskı altına alıyor' şeklinde havalı konuşmalar yapıyordum. Şu an ise -tabi bütün yazın birikimi de sözkonusu- okulların açılmasını dört gözle bekliyorum. Okul sayesinde en azından sabahtan saat 2'ye kadar birbirlerinden ayrı kalıyorlar, farklı insanlar görüyorlar. Ya niye iyi anlaşamıyor bu çocuklar? Dedim ya öyle anne blogları ve onların öylesine meleksi çocukları var ki, bizimkilerde bir gariplik  olduğunu düşünmeden edemiyorum. Mesela bir günlerini yazıyorlar düzenli olarak, o kadar harika ki. Neden biz de huzurlu, güzel bir gün geçiremiyoruz? Vallla içim şişti, bir de Garmin bu akşam basket maçına gideceği için geç gelecek, umarım erken ve kolay uyurlar. Başka ne diyim bilemedim.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Temizlik Günü

Dün gece yarısı itibariyle Dubai'ye döndük. Geçen seneki dönüşümüzde sevgili yardımcımız Lula biz gelmeden önce evi gıcır gıcır yapmştı. Ertesi gün de valizlerimizi boşaltmış, biz de çocukların okula başlama sendromlarıyla rahat rahat ilgilenmiştik. Fakat Mart ayında Lula ile yollarımızı ayırdık. Çocuklar okula gittiği için pek bir manası kalmamıştı, bir de yok maaş yok sponsorluk derken, maddi olarak fazla geliyordu. Yani kısaca bu seferki dönüşümüzde bizi ziyadesiyle pis bir ev bekliyordu.

Ev öyle kirlenmişti ki kapıdan yatak odasına yürüyene kadar ayaklarım simsiyah oldu. Tombi yolda uyuduğu için onu yatağına üstüyle başıyla koydum. Lokum da bir Lokum klasiği olarak üstündekileri (dün sabah giydiklerini bugün akşam 8'de çıkarttı desem? Kızım kıyafet konusunda takıntılı) çıkartmak istemedi, ben de zorlamadım çünkü çok yorgundum ve hem burnum hem başım ağrıyordu. Burnum niye ağrıyor diye merak edersiniz diye hemen bir parentez açıyorum; dün öğle saatlerinde, kucağımda Lokum, kolumda çanta, havaalanına adım atarken, otomatik kapı, beni görmedi ve burnuma kapandı. Nasıl canım acıdı anlatamam, buz filan bir işe yaramadı, bu sabaha kadar başım ve burnum ağrıdı diyebilirim.

Neyse böyle çoluk çocuk üstümüz başımızla yattık ve sabah kalktığımda evin ne kadar pis olduğunu daha iyi gördüm çocukların çorapları sayesinde! Ve cüceleri hızla evden şutlayıp, günlük olarak bulduğum bir temizlikçiyle işe giriştim. Tam 8 saat çalıştık, nasıl oldu nasıl yaptık anlamadım ama ev pırıl pırıl oldu. Valizlerden çıkanları sağa sola tıktım, oyuncakları düzenlemedim ve manasızca büyük balkonumuzu yıkamadım ama yine de 1 günde hallettim. Kendimle gurur duyuyorum gerçekten. Ve buradan büyük ev sevenlere ya da büyük evde oturanlara seslenmek istiyorum; 'Küçük eve taşının dostlar, temizliği kolay, toplaması kolay. Evin küçük olunca fazla eşya, oyuncak da almıyorsun, tasarruflu da yani'.

Evet temizlik sonrası da ailecek elektrikli süpürge ve ütü almaya gittim. 2 yıl içinde üçüncü kez elektrik süpürgesi ve ütü alıyorum. Buradaki süpürgeler bir garip, saçma sapan bir filtreleri var çekmiyorlar bir türlü. Ütüler de sürekli tıkanıyor, kırılıyor. Fakat bu sefer her iki ürüne de ciddi yatırım yaptm, umarım patlamam! Yarın yeni süpürgemle evi tekrar süpüreceğim için çok heyecanlıyım:) Allah'ım bana neler oluyor yeni süpürge aldığım için mutlu oluyorum ve bir de pratik temizlik yazısı yazmayı planlıyorum. Hakkımda hayırlısı.


2 Ağustos 2016 Salı

Haydi Yaz Yaz

Yok notebooktu yok tabletti derken, aldım elime telefonu telefondan yazıyorum. Annem, ben ve çocuklar evimize 20 dakika yürüyüş mesafesindeki pastaneli güzide parkımıza (Tombi burada büyüdü diyebilirim) geldik. Annem 'Git kafanı dinle' diyerek beni yeme içme bölümüne gönderdi. Yanımda okuyacak hiçbir şey yok ben de yazayım bari dedim.



Dubaiye dönüşümüze sayılı gün kaldı:( Burada kim bana 'Memnun musunuz oradan dese?', cümleme 'Çok memnunuz, çocuklarla çok rahat' diye başlıyorum. Fakat kendi kendime kaldığımda içimdeki ses (zaten bir anlasam bu ses kimin, iyi bir ses mi, bana söylediklerini dikkate almalı mıyım, neden bazı uzman kişilikler bu sesi susturmamızı söylerken, bazılarınvu sese göre yaşamamızı söylüyor, ne yazıyordum ben yahu?) 'Allah'ın sıcağında şimdi niye gidiyoruz ki oraya? Kesin gider gitmez çocuklar yine öksürmeye başlayacak? 2 aydır tozla kaplanmış ev nasıl temizlenecek? Ayyyy bir de taşınacağız, offff poffff' gibi karmakarışık birçok konuşma. Bende de bir napacağını bilememe hali. Neyse öyle ya da böyle gideceğiz yakında, hayırlısıyla diyelim, çocuklar ve biz inşallah bu sene çok hasta olmasın diyelim. Ben de artık evi bir şekilde temizleyeceğim de taşınacağım da, dert mi bunlar canım? Galiba içimdeki sesi susturdum! Doğrusu susturmaktır umarım.

Gossip Girl nedeniyle xoxo

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Yaz Başından Beri

Yaz başından beri fena halde blog yazasım var. Sanırım bu durumda aylardır 'Gossip Girl' izlemem etkili oldu. Fakat yazı yazabileceğim alet edavata sahip olmamam nedeniyle bir türlü yazamadım. Günlerce en ucuz laptop vb hangisi diye araştırdım, buldum, parayı denkleştirdim. Ancak çocukları bırakıp ya da çocuklarla uzun mesafe bir yere gidemediğim için evin yakınındaki Teknosa'dan alayım dedim, bir baktım 10 ay önce yerli yerinde duran mağaza kapanmış. Biraz daha uzaktakine, Lokum'u anneme bırakıp, Tombi'yi yanıma alarak ve kanter içinde puseti iterek gittim. O da kapanmış. Bir alışveriş merkezine giderim diyene kadar benim laptop parası azaldıkça azaldı. Bu sefer dedim ki Ipad'le yazarım ama bir klavye lazım bana çünkü Ipad'in ekrandaki klavyesi pek hoşuma gitmiyor, sayfa tam ekran olmuyor mesela. Bu sefer de Ipad mini 4'e birebir uyan bir klavye olmadığı gerçeğiyle karşılaştım. Bin kunduz dedim kendi kendime, blvog yazma arzumu bastırdım, 'Gossip Girl' izlemeye ve sevdiğim blogları okumaya devam ettim. Bazı günler alayım bir laptop ya da notebook, tıkır tıkır yazayım diye düşündüm. Maddi engeller durdurdu beni ve bu akşam bir deneyeyim Ipad'in ekran klavyesini dedi; tahmin ettiğim üzere hiç de zevkli değil bu şekilde yazmak ama yapacak birşey yok. Yazdım oldu işte, umarım bir daha yazarım. Bir de bir türlü fotoğraf ekleme işini beceremiyorum, ona sinir oluyorum blog yazarken, hayır neden Ipad'deki ya da Iphone'daki fotoğraf arşivine yarım yamalak ulaşamıyorum bir anlasam.

3 Şubat 2016 Çarşamba

Alaman Anneleri ve Çocukları


Dün okul sonrası Tombi'nin 3 okul arkadaşıyla, okulun yakınlarındaki bir parka gittik. Bu arada buradaki parklar nasıl güzel ve yemyeşil anlatamam, insan kendini İngiltere'de filan sanıyor. Adamlar çöl iklimine meydan okuyor park bahçe konusunda. Neyse parkları başka bir gün anlatırım. Grubumuzun profili şöyleydi; Bir adet Hintli 28 yaşında anne K., bir adet 2 çocuklu, Alman ev babası R. (Evet anne çalışıyor, baba bakıcıyla beraber kızlara bakıyor ama bakıcıyı bir kere bile görmedim etrafta, mesela ben şahsen parka vb giderken bakıcımızı da götürüyorum çünkü ikisi ayrı yerlere gidince napacağımı şaşırıyorum. Ya da Tombi tuvalete gitmek istiyor, Lokum gelmek istemiyor ve olaylar çılgınlaşıyor tek başıma olduğumda) ve bir adet de bakıcı ve sınıf arkadaşları (Bu kızcağız Alman, annesi babası hiçbir aktiviteye katılmıyor, çocuk her yere bakıcıyla gidiyor ). 




Parka girer girmez çocuklar hemen oyun alanına koştu. Lokum bir klasik olarak benim tepeme yerleşti. Herkes çocuklar yesin diye getirdiği kutuları çıkarttı koydu. Bizim kutuda Ülker'in klasik bisküvisi (evet burada bazı marketlerde satılıyor) vardı, Hintli K. kafam kadar çikolatalı kurabiyeler ve cips krep karışımı ev yapımı birşey getirmişti, Alman R. ise koca bir kutu doğranmış karışık meyve! Diğer Alman kızın bakıcısı ise çikolatalı muffin ve çikolatalı kruvasan getirmişti. Maalesef çocukların hiçbiri meyvelerin yüzüne bakmadı R.'nin çabalarına rağmen. Ben de kızdım kendime hem çocuklar sağlıklı beslensin istiyorsun sonra da bir kutu bisküviyle utanmadan parka gidiyorsun! Bu arada R. iki kıza kendi bakıyor. K.'nin de bakıcısı yanında olduğu için biz piknik örtüsüne yayılmış, yemek tariflerinden, ikimizin de göbeğinin ne kadar büyük olduğundan, havalar hazır serinken yürüyüş yapma fikrimizden vb konuşuyoruz bir taraftan da ıvır zıvır yiyoruz. Tam çikolatalı kurabiyeyi yesem mi yemesem mi diye düşündüğüm anda; park birden kalabalıklaşıverdi, bir sürü taş gib kadın organize bir şekilde yakınımıza piknik örtülerini attı, soğutuculu sepetlerden meyveler, sandviçler çıktı, çocuklar oynamaya başladı! K. ve ben kim bunlar diye düşünürken, R. 'İnanılmaz bizim buradaki Alman topluluğu her Çarşamba buraya geliyormuş meğer' diyerek durumu açıkladı. K. ve ben de kendimizi Alman anneleri incelemeye verdik. Artık tesadüf mü yoksa Almanların hepsi böyle mi bilmiyorum ama 2-3 çocukları olmasına rağmen hepsi taş gibiydi, süper vücutları vardı ve hepsi çok hoş giyinmişti; rahat ama darmadağınık değil. Sonra çok rahatlardı çocuklarla ilgili; bir iki gidip baktılar ne yapıyorlar diye sonra oturdular piknik örtülerine sohbet muhabbet. Çocuklarda da hiç arıza yok; kendi kendilerine süper oynadılar, bir kere de gidip annelerine yapışmadılar mesela. Bizde ise sürekli bir taciz sözkonusuydu, 'Anne sen bak nasıl çıkıyorum! Anne beni tut. Ane Lokum bana vurdu. Su isterim.' Biz yapıyoruz büyük olasılıkla böyle ama nasıl yapıyoruz ya da mutlu, bakımlı Alman anneleri ne yapıyor bilemedim. Bu arada hiçbirinin bakıcısı olmadığını da belirtmek isterim. Benden bu kadar, bugün burada bisiklet yarışı var diye okullar erken bitiyor. Ayrıca yaptığım kakaolu pastamsıyı dolaba, fotoğrafını da buraya koymalıyım! Hadi Çüssss

2 Şubat 2016 Salı

En Zoru Başlık Bulmak

Aklımda yazacak şeyler var ama başlık yazmak stres yaratıyor ben de. Halbuki başlık yazının okunması açısından önemli ama bugün de böyle olsun napalım.

Sabah Tombi ile her gün olduğu gibi hava henüz karanlıkken güne merhaba dedik. Ve Lokum da uyandıktan sonra her sabah olduğu gibi kavga gürültü, itiş kakış, havada uçuşan tehditlerle evden çıktık. 'Anne olmadan önce çok iyi anneydim' diye bir laf var ya, işte ben onun canlı örneğiyim. 'Kesinlikle yapmam' dediğim herşeyi her gün sık sık yapıp, büyük olasılıkla zavallı yavrularımın psikolojisini bozuyorum. Fakat onlar da adamı çıldırtıyorlar bazen. Mesela Lokum kesinlikle giyinmek istemiyor; 'Bırak giyinmesin, oyuna çevir giyinmeyi, istediğini giysin' gibi çeşitli öneriler sözkonusu olabilir bu noktada ama yok arkadaş hiçbiri işlemiyor bu kıza. Çırılçıplak yatıyor yerde! Ben bağırıyorum, o bağırıyor, Garmin sıcak yatağından kalkıp noluyor diye bana sinirleniyor, güzeller güzeli yardımcımız olaylara bakıyor bakıyor ve ben kan ter içinde çocukları hazırlayıp evden çıkıyorum.



Bir de bu sabah bunların üstüne, uzun zamandır denemediğim fakat birkaç ay önce içine rahat rahat girdiğim kot pantolonumun içine giremeyince sinirlenme eşiğim düşerken, bağırma eşiğimdeki düşüş de ona eşlik etti. 'Nasıl bu kadar kilo aldım ya?' diye düşünecek bir durumum yok Allah'tan, her akşam paket paket M&M, kavanoz kavanoz Nutella yiyip, her gece yatmadan önce yarın sağlıklı beslenirim artık dersen, sonun bu. Ve maalesef kilo almak acayip kolayken, vermek bir o kadar zor. Bu zamana kadar yediklerimi yemesem belki veriririm ama ne sıkıcı birşey kilo verme konusu ve onun iradeyle ilişkisi. Ve yıllardır belli bir kiloya inmeyi hedefleyip bunu başaramamak ne sinir bozucu! Şöyle filmlerdeki gibi hareketli bir müzik eşliğinde masadan kalkıp birden koşmaya başlasam, sonraki sahnede salata yerken görüntülensem ve bir sonraki sahnede özel pilates dersinden çıkmış sadece kahvemi yudumluyor olsam mutlu mutlu-yanında sigara içmeden! Veeee en son sahnede bir Fransız havasında altımda kot, üstümde beyaz tiril tiril bir tshirt, incecik bir halde çocuklarımın elinden tutmuş parka giderken çekse beni kameraman... Olmaz mı ya? Olsa ne güzel olur, belki de olur!

1 Şubat 2016 Pazartesi

Yayınla Postu ve Olan Biten

 

Sanırım Cumartesi günü oturdum aylar sonra bir blog yazısı yazdım fakat Blogsy yayınlamama konusunda ısrar etti, beni bir takım ayarlar yapmaya zorladı, beceremedim, yazıyı sildim gitti. Sanırım yine aynı gün okumayı çok sevdiğim www.qunegond.wordpress bloğuna bir bakayım dedim ve bir sürü yeni yazı görünce bir çırpıda mutlu mutlu okudum. 'Ben de başlayayım yine yazmaya' diye düşünerek motive oldum ama sonrasında hızla 'Ne anlamı var bir bloğa yazmanın?' safhasına sürüklendim.

Bu sabah Tombi'yi doktora götürdüğümüz kliniğin resepsiyonunda, etraftaki annelere bakarak beklerken tekrar yazma isteği geldi -aslında sık sık geliyor ama- 'Burada gördüğüm anneleri ya da kısa olayları yazayım, neticede başka bir yerde bu kadar farklı kültürden insan görmem mümkün değil,' diye düşündüm. Fakat bu yeni yazı serisine yeni bir blogta başlama kararı alarak eve geldikten sonra yeni bir blog adresi alma çalışmalarına başladım. 'Anlatmak İstedim' kadar manalı bir isim bulamadım ve kürkçü dükkanına dönmeye karar verdim. Önce 'Blogsy yazılarımı yayınlayacak mı bakalım?' diye düşünerek bir deneme yayını yaptım. Yayınladı sağolsun! Ve onu silme işiyle uğraşmadan yazayım en iyisi dedim.

Nerede kalmıştık? Tombi'nin doğum günü; çok düşündüm yapsam mı yapmasam mı, nerede yapsam, herşeyi kendim m yapsam diye ve sonunda en ucuzundan bir parti organizatörü buldum, gerçi olayın sonunda fiyat beklediğimden fazla oldu ama neyse. Parti yeri olarak bizim evin karşısındaki parkı belirledim, davetiyeleri hazırlayıp okul arkadaşlarına 2 hafta önceden bıraktım, bir gün öncesine kadar kimseden ses yok! Verdiğimiz paradan öte kimse gelmezse Tombi'nin olası hayal kırıklığı beni üzdü ama şansımıza parti günü tüm arkadaşları geldi. Ve parti cidden şahane oldu, çocuklar çok eğlendi, ben sağa sola koşmaktan sosyalleşmek zorunda kalmadım, klasik olarak üstüm başım rezaletti, davetli annelerden bir kısmı doğum günü annesi gibi gözüküyordu, çoğu çocuk bakıcısıyla gelmişti, bu da işime geldi çünkü bakıcılar sosyalleşmekten ziyade çocuklar oynarken oturup dinlenmeyi tercih ediyor. Günün sonunda çok yoruldum ama Tombi ilk kalabalık doğum gününde çok mutlu oldu. İlginç olan ise bir sürü hediye gelmesine rağmen hiçbirini umursamadı. Bir kısmını açsın diye verip bir kısmını sakladım ama açtığı hediyeler de hiç ilgisini çekmedi, sadece arkadaşlarıyla oynayıp eğlendiği için çok mutlu oldu. Aslında şu hediye ve oyuncak kabusu olmasa, hayat ne güzel olacak! Mesela hediyesiz doğum günleri olsa. O kadar büyük bir masraf ki ayda iki üç doğum gününe gidince hediye almak. Zaten bu sene sadece Tombi'nin arkadaşlarının doğum gününe gidiyoruz, Lokum'un anaokul arkadaşları doğum günü yapsalar da katılmıyorum. O yaş grubunun birşey anladığı yok doğum gününden, otursunlar oturdukları yerde. İşte böyle şimdilik, yazarım inşallah yakında!!!