28 Eylül 2010 Salı

Televizyon Dedektifi

Her gece, kafamda sevgili ablamın önerdiği günlük programı uygulama hedefiyle yatıyorum. Kendi kendime sürekli “Yarın sabah 7.30’da kalkacağım. Bir saat kitap okuyacağım, masada oturarak. Sonra sevgili eşime kahvaltı hazırlayacağım.O çıktıktan sonra yürüyüş yapacağım. Eve gelip, kitap okumaya devam edeceğim. Sonrasında da yazacağım, okuyacağım, yazacağım, okuyacağım. Aralarda da evsel işleri halledeceğim; yemek, çamaşır vs” planını tekrarlıyorum. İçimde büyük bir umutla uykuya dalıyorum. Veee sabah 7.30’da kalkamıyorum, sevgili eşim bir türlü evden çıkamıyor, ben de bu noktada, “Çok geç oldu, bu saatte yürüyüş ne alaka” diyerek, yürüyüş yapmaktan vazgeçiyorum. Ayaküstü saçma sapan bir kahvaltı ediyorum ve televizyonu açıyorum! Saçma sapan programları izleyerek öğle saatlerini buluyorum ve sonra da elime kitabımı alıp kanepeye devriliyorum, içimde kocaman bir vicdan azabıyla, günü kötü, kalitesiz geçiriyor olmanın vicdan azabıyla.

Tembellik mi bu yoksa umutsuzluk mu ya da televizyon bağımlısıyım da haberim mi yok? Böyle günler boş boş geçe geçe nereye varacak? İradesiz miyim ben ya da? Neden televizyonu açmamayı beceremiyorum? Sabahları televizyonu açmasam biliyorum günüm daha verimli geçecek ama bir türlü yapamıyorum. Mesela ben şu an bu satırları yazarken, televizyon yine açık ve kayıp insanlarla ilgili benim için son derece gereksiz bir programı izliyorum. Fakat çok ilginç geliyor kayıp insanların ve onların yakınlarının hayatları bana. Hatta bir polisiye dizi izler gibi hissediyorum kendimi. Bu kadar insan nereye kayboluyor ve neden bulunamıyor anlayamıyorum. İzlediğim yabancı polisiye dizilerden biri kaybolan insanlar üzerineydi ve hemencecik buluverirlerdi; kaybolan kişinin en son görüldüğü yeri araştırarak başlarlardı işe, sonra yakınlarıyla görüşüp, kayıp kişinin günlük rutinini incelerlerdi. Ve tabi bu arada bir ipucu bulup, kayıp kişiyi ölü ya da diri buluverirlerdi. Ama bizim kayıp programlarında, belki kurgulanmış diziler olmadıkları için, kayıp insanlar bir türlü bulunamıyor. Bir de bu program sayesinde fark ettiğim birşey var ki, o da Türk insanın kendini ifade etme, anlatma konusunda oldukça yetersiz olduğu. Bir kere, kiminle, ne zaman ve nerede olduklarını çok zor hatırlıyorlar. Oysa küçükken, pek çoğumuz, “kim, kiminle, nerede” diye zırva bir oyun oynamışızdır. İfade konusunda yetersizliğine karşın Türk insanı, asılsız suçlamalar konusunda son derece yeterli ve becerikli. Kayıp bir çocuk aranırken mesela, annenin komşularından biri “Çocuğun annesi çok makyaj yapardı, bir de önceki gün bakkaldan dönerken kırıttığını gördüm,” benzeri saçma bir beyanda bulunabiliyor. Eee insanlar ve diyaloglar böyle olunca da kayıplar, kayıp olarak kalmaya devam ediyor. Bazen şu izlediğim dizideki dedektifler benzeri dedektifleri tutup kollarından bu programa getiresim geliyor. Korkunç birşey çünkü insanın bir yakınından bu kadar uzun süre haber alınamaması.

Acaba ben dedektif mi olmak istiyorum da güne kayıplarla ilgili programlarla başlıyorum? Aslında şöyle davranış bilimleri (Criminal Minds adlı dizide olduğu gibi) gibi bir bölüm okusaydım bu tip kayıplarla ilgili çalışmayı isterdim. Gerçi kan görmeye filan dayanamam ben, o halde dedektif olmaya pek de uygun değilim galiba. İşte, televizyon izlemekten aptallaştım, saçmalıyorummm. Allah’ım zihnimi koru ve çoookkk çalışkan bir insan olmamı sağla ne olur!

1 yorum:

  1. Burada beni anlatmışsın sanki. Tek fark ben İnternet Dedektifiyim:)

    YanıtlaSil