27 Eylül 2010 Pazartesi

Nerede O Günler...


Bugün dört yıl boyunca koşarak, zıplayarak, neşeyle, sevgiyle gittiğim okulum 2010-2011 eğitim hayatına, bir kez daha başlıyor. Öğrencilerin kimi bugün daha ilk gün diye ders mers olmaz diyerek gitmeye tenezzül etmiyor. Bir kısmı ise yazın fazla göremedikleri arkadaşlarıyla buluşmak ve bahçede takılmak için çok erken olmayan bir saatte gidiyorlar benim çok sevgili okuluma. Ben ise gidemiyorum, gidemem ve ne okul ne de hocalar yokluğumun farkında. Okul ve okulun içindeki herkes hiçbirşey farklı değilmiş gibi yaşamlarına devam ediyorlar, oysa ben yokum bu sene ve sonraki senelerde de olmayacağım.

28 yaşımda gitmeye başladığım son üniversitem dışında hiçbir okulumu bu kadar sevmedim ben, hiçbir okulda bu kadar mutlu olmadım. İlkokulda babama “Ben okulu bırakmaya karar verdim, artık okumayacağım,” dememe yol açacak kadar beni herşeyden nefret ettiren bir ilkokul öğretmenim vardı. Babam her zamanki yumuşacık mantıklı konuşmalarıyla beni tekrar okula gitmeye ikna etmişti birkaç gün sonra. Ortaokul ve lise fena değildi ama özel bir okulda okuyordum ve bir memur çocuğu olarak özel okulda okumak zordu o zamanlar. Ayakkabıların ve çorapların marka olmayınca, saçına hafif gölge attırmayınca dışlanabiliyordun, anten muamelesi yapılabiliyordu. Bir de her sene bazı sınıflar bölünüyordu ve her sene tek başıma bölünen sınıftan, bölünmemiş bir sınıfa gidiyordum. Güç bela bulduğum arkadaşlarımdan ayrılıyordum. Allah’tan birkaç iyi arkadaşım da vardı da geçti gitti ortaokul lise yılları, çok da mutlu etmeden beni. Sonra sıra üniversiteye geldi. Hiçbir yerini doğru düzgün bilmediğim İstanbul’da bir üniversite kazandım, ablam İstanbul’da diye yazmıştım İstanbul’u. Sonra annem de geldi yerleşti ve okula kayıt için gittiğim ilk gün küçük bir şok yaşadım. Okul dökülüyordu eskilikten, her taraf leş gibiydi ve kokuyordu, etrafta gizemli insanlar dolaşıyordu. Benim o tarihe dek gördüğüm tek üniversite ODTÜ’ydü ve ODTÜ temizdi, güzeldi, yeşildi, keyifliydi. Kocaman kapıya bakakaldım ve hemen kaçıp gitmek istedim bu okuldan fakat kaçamadım, imkan verilen her Türk gibi üniversiteyi bitirmeli, sonra da iyi bir işe girmeliydim. Fakat hem bahsettiğim sebepler, hem de nefret ettiğim bir bölümde okuyor olmam nedeniyle okula pek gitmedim sonraki günlerde. Mutluluğu öğrencilerden oluşan bir sivil toplum kuruluşunda buldum. Üniversiteden daha öğreticiydi bu kuruluş ve daha güzel günler geçirdim orada. Aynı sene hem hiç gitmediğim üniversiteden mezun oldum (finallere ve bütünlemelere okulun yakınındaki fotokopicide satılan ders notlarından çalışarak giriyordum) hem de artık öğrenci olmadığım için sivil toplum kuruluşundan ayrıldım. Sonra planlandığı üzere işe girdim ve yine mutsuzdum; işten, oradaki insanlardan, ortamdan, bin türlü ayak oyunundan, her gün aynı şaçma şeyleri yapmaktan. Fakat her üniversite mezunu gibi çalışmak zorundaydım. Kimseler iş bulamazken, üniversite mezunları sürünürken ben de amma şımarıktım, işim vardı ama sürekli şikayet ediyordum. Neredeyse yedi yıl geçti böyle ve ben evlendikten sonra artık yeter diyerek ve aile bireylerini ikna turlarına çıkarak ve tekrar üniversite sınavına hazırlanarak ve herkesin şaşırtan bir şekilde tekrar kazanarak, bana göre cennetin ortasına düştüm. İnsanın sevdiği birşeyi yapmasının keyfini ilk kez aldım. Kitaplarla, yeni bilgilerle doluydu yaşamım dört yıl boyunca. Bölümdeki diğer öğrencilere kıyasla kazık kadar olmama rağmen anlaşabildim onlarla, çok sevdiğim, gencecik arkadaşlarım var artık. Sabahlara kadar okumamız gereken romanları okudum, istenen ödevleri yazdım. Ne yoruldum ne sıkıldım, her günüm mutlu keyifliydi. Çalışmadığım, para kazanmadığım, çocuklaştığım, ve çocuk doğurmadığım için bin türlü laf söyleyenler de vardı etrafımda ama çok mutluydum, hiç duymadım.

Her sabah okula erken giderdim, önce koşarak gidip koca bir bardak kahve alır, sonra hava çok soğuk olsa bile çimlere karşı bir banka oturur, kahvemi ve sigaramı içer kitabımı okurdum. Her derste heyacanlanırdım çünkü öğrendiklerim benim için öyle önemliydi ki ve hayatım o kadar renkliydi ki.

Fakat artık okul bitti. Haziran ortasından beri öyle hareket etmeden duruyorum. Evet, hala kitap okuyorum, hala okuduklarım üzerine düşünüyorum ama yalnızım, o canlı ortamdan uzağım. Ve tekrar üniversitede okumamı, bir de edebiyat okumamı (“Eczacılık okusaydın keşke, bir yer açardık sana, para kazanırdın”) algılayamayan, hayata sadece paraymış gibi bakan ve şu anda çalışmadığım, bir iş bulamadığım, hala hamile kalamadığım için müthiş keyif alıp, bıdı bıdı konuşan insanlar var etrafımda. Kendimle başbaşa kalakaldım, oysa ben şu an koşa koşa sevdiğim, mutlu olduğum yere gitmek ve yıllar boyu mutlu bir şekilde orada yaşamak istiyorum. Durumum ise fotoğraftaki kedi gibi, bir yere sinmiş, dehşetle etrafa bakıyorum, “Ah nerede o günler ve ben bundan sonra ne halt edeceğim?” diye düşünerek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder