24 Eylül 2010 Cuma

Özgeçmiş ve Özgelecek...

Bundan tam beş yıl önce evlenmiştim. Evlendiğim için mutluydum, gerçi evliliğin getirdiği sorumluluklar ve birisiyle beraber uyumaya başlamak bir miktar şok ediciydi ama yine de Ö. ile birlikte olmak, yaşamak keyifliydi. Ancak özellikle evliliğimizin ilk aylarında çok kavga da ettik çünkü ben her alanda eşitlikten yanaydım. İkimiz de işten geldikten sonra onun kanepeye devrilip televizyon izlemesi ve benim harıl harıl, hiç sevmediğim halde yemek pişirmeye çalışmam ve sonrasında mutfağı, bulaşıkları toparlayıp bir de ertesi gün için hazırlık yapmam sinirlerimi fazlasıyla bozuyordu. Çünkü akşam saatleri hızla geçiyordu ve zaten işinde mutsuz olan ben, evde de hayatta en sevdiğim şeyi yapamıyordum. Yani dilediğim gibi kitap okuyamıyordum. Bir de sevdiğim yabancı dizileri izleyemiyordum ve gerildikçe geriliyor, ortalığı ayağa kaldırıyor ama Ö.’yü ayağa kaldıramıyordum. Eşitlik kavgaları, mutlu günler, mutsuz günler, onun ailesi, benim ailem derken bir yıl geçti ve ben işimden kurtulabilmek adına evliliğimin ilk yılının dolmasına bir gün kala (eşim çalışmama izin vermiyor dendiğinde o zamanlar, tazminat alınabiliyordu, belki hala alınıyordur bilmiyorum) işimden ayrıldım. Ve kafamda işimden kurtulmamı kolaylaştıran müthiş bir hayal vardı; üniversite sınavına girecek ve 11 yıl önce yapamadığım şeyi yapacak üniversitede edebiyat okuyacaktım. özel bir üniversitenin web sitesinde gördüğüm “Edebiyat” bölümü kalbimin uzun yılların ardından heyacanla çarpmasına neden oluyor, içimi sevinçle dolduruyordu. Eşime de bu fikrimi açıkladım. Becerebileceğime, yapacağıma inanır gözüktü ama inanmadı fakat beni engellemedi de. Nihayetinde ablamın maddi ve manevi desteğiyle istediğim bölümü kazandım ve ilk sene dışında diğer üç sene %50 başarı bursu kalarak okulu bitirdim. Tabi ben üniversitede okurken, bizim eşitlik kavgası da sona erdi çünkü ben artık eşimin eşiti değildim, çalışmıyordum, onun parasıyla geçiniyordum, o halde ev işlerinde aktif olmalıydım. Olur gibi yaptım, pek olmadım, idare ettim kısaca ama okulu bitirip çalışmadan evde takıldığım şu günlerde, Türk ev kadını tipine gereğinden fazla yaklaştım, gündüz yemek pişirip, sokaklarda gezinip, sonra da eşimin önüne sıcak yemek koyuyorum ve hatta yemekten sonra tabağını mutfağa götürmek isteyen eşime “Hayatım bırak, bütün gün yoruldun,” diyorum, kendime çok kızıyorum ama kendim benim lafımı dinlemiyor, evde pineklemeye ve iyi eğitimli bir işsiz olmaya devam ediyor. İçinde bulunduğum ve hiç hoşlanmadığım bu durum karşısında, hem de akşam için tavuk ve makarna pişirmiş olmanın gönül rahatlığıyla, oturup ben on yıl sonra ne istiyorum, ve on yıl sonra kendimi hayal ettiğim yere ulaşmak için şimdilerde, evde oturup yemek pişirip, kitap okumak ve sokaklarda gezmek, yerine neler yapabilirim ya da yapmalıyım diye düşüneyim istedim. Ve bunun içinde kendimi 10 yıl sonra nerede görmek istediğimi, hayallerimi anlatmaya başlıyorum.


43 yaşındayım. 9 yaşında ikizlerim var, biri kız biri erkek. 33 yaşında olduğum polip ameliyatı işi yaramış ve ameliyattan sonra ve bir yıldır çocuğum olmuyor diye çektiğim sıkıntının üstüne hamile kalmışım. İşte şimdi de tatlı ikizlerimiz var!

10 yıldır aynı evde oturuyoruz, herşeyiyle bizi yansıtan bir ev. Salonda duvardan duvara büyük bir kütüphane var ve artık salon gündüzleri benim çalışma odam. Çocuklar ve Ö. sabah evden çıktıktan sonra sahilde bir saat yürüyüş yapıyorum ve saat 10:00’da yemek masasının başına oturuyorum. (Artık sabahları aptal televizyon programlarını izlemiyorum.) İlk önce, önceki gün yazdıklarımı kontrol ediyorum, sonra da yazmaya başlıyorum. Çarşambaları ve Pazarları hariç her gün üç saat, zihnim bomboş olsa da masanın başından kalkmıyorum ve yazmaya uğraşıyorum. Yayınlanmış dört romanın var ve Ayfer Tunç kadar ünlü bir romancıyım. İlk romanım, “yayınlanmış ilk roman ödülü”ne değer görülmüş. Ve şu an yazdığım roman, aslında ilk romanımın devamı niteliğinde. İçimde, “Bakalım okuyucularım bunun bir devam romanı olduğunu anlayacak mı?” heyecanı var.  Saat 13:00’e kadar kendimi romanıma verdikten sonra hafif birşeyler yiyip evden çıkıyorum. Tam ben çıkarken evi toparlamak ve yemek yapmak için yardımcımız geliyor. Ev işleri vaktimi almıyor, zaten evsel işleri hiçbir zaman sevmedim. Önce bir saat annemle bir kafede oturup sohbet ediyoruz. İkizler haftanın iki üç günü okul çıkışı anneannelerine gidiyorlar ve onda kalıyorlar. Annemden ayrıldıktan sonra, her gün gittiğim kafeye gidip kahvemle birlikte saat 16:00’ya kadar okumak istediğim romanları okuyorum. Sonra tekrar eve dönüyorum ve Çarşamba günkü ders için biraz hazırlık yapıyorum. Özel bir üniversitede “Türk Edebiyatında Kadın” konulu, seçmeli bir ders veriyorum. Haftada bir gün üniversitede olmak hoşuma gidiyor. Akşam altı civarında ablam kızıyla bize uğruyor. Sonrasında eşi ve Ö. de geliyor ve birlikte akşam yemeği yiyoruz. Yemekten sonra ablam, yazmakta olduğum romanla ilgili fikirlerini söylüyor, birlikte notlar alıyoruz, sohbet ediyoruz. Son romanım için çok heyecanlı çünkü yarattığım karakterlerden birinin ona çok benzediğini düşünüyor. Ben ise ısrarla bu karakterin onunla ilgisi olmadığını söylüyorum. Fazla geçe kalmadan ablamlar kalkıyor çünkü ertesi gün ablamın danışmanlık şirketinin önemli bir toplantısı var. Uyumadan önce ikizlere kitap okuyorum, onlar da benim gibi okumaya bayılıyorlar.

Hayatım okumayla ve yazmayla içiçe. Sanki yazdıkça kafama yeni yeni fikirler hücum ediyor, bazen bu fikirlere yetişememekten ve onları toparlayamamaktan korkuyorum ama bir şekilde yazıyorum. Ve bir zamanlar benimle “Kitap yazamayan yazar” diye dalga geçen eşim, bu kadar üretken olmama şaşmakla birlikte benimle gurur duyuyor ve “Edebiyat bölümünü bitirdikten sonra hiçbir şey yapmayan bir ev kadını olacağından çok korkmuştum ama korkularım boşa çıktı, çok başarılı bir eşim var,” diyor. Ben de onun başarılarıyla gurur duyuyorum.

Ö. hala basket oynamayı, balık tutmayı ve kokteyl yapmayı çok seviyor. Yılın belli dönemlerinde hep beraber balık tutmaya gidiyoruz. Ö. balık tutuyor, ben yazıyor ve okuyorum, ikizler de denizin keyfini çıkarıyor. Yazları ben ve ikizler annemle birlikte Karaburun’da geçiyoruz. Ö. ile ablamlar da hafta sonları geliyor. Yazlık yerlerde beni pek tanıyan çıkmıyor ama İstanbul’da insanlar beni birbirlerine gösteriyor, “Bak, ‘Hayat’ın yazarı bu kadın,” diyerek ve ben o anlarda kendimi çimdikleme gereği duyuyorum, tüm hayatımın gerçek olup olmadığına inanmak için. Aynı inanamama hissini, benim kitabımı okuyan birini gördüğüm zaman da yaşıyorum ve bundan on yıl önceki halimi düşünüyorum; içinden “Ben de bir yazar olacağım” diyerek bir sürü romanı yutarcasına okuyan bir kız. Ve hayallerime kavuşmuş olmanın mutluluğu kaplıyor içimi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder