Hayatımı ne kadar kontrol etmeye ve düzenlemeye çalışsam, herşey o kadar kontrolümden çıkıyor sanki. Amerikalıların kültüründe oldukça belirleyici olan "kendini yaratan insan - self made man" misali her günümü planlayıp, kendimle ilgili birşeyler yapmaya çalışıyorum fakat hayatım talihsiz serüvenler dizisi şeklinde akıp gidiyor.
En basitinden başlayacak olursam, istediğim saatte güne başlayamıyorum. Sebebi Garmin ve tabi annem! (Bundan sonra kocam Garmin olarak nitelendirilecektir.) Şöyle ki her gece yatarken, şöyle bir plan yapıyorum; "Sabah 7'de kalkacağım, banyo yapacağım, kahvaltı edeceğim, saat 8'den 9'a kadar kahve ve sigara eşliğinde kitap okuyacağım. Saat 9'da evden çıkacağım ve kütüphaneye gideceğim. Akşam 4'e kadar, öğle yemeği molası vererek, yazacağım, çizeceğim. Ve bu planı aksatmadan uygulamak adına da yatarken Garmin'e soruyorum, "Garminciğim sen sabah kaçta çıkacaksın? (Kendisi istediği saatte işe gitme özgürlüğüne sahip)" Garmin şöyle bir düşünüp, "Bilmem, canım ne zaman isterse" diye sinir bozucu bir karşılık veriyor. Neyse ben 7:30'a doğru kalkmayı başarıyorum ve banyoya giriyorum, iki dakika sonra Garmin kapıyı tıklatıyor; "B. hayatım, işin uzun mu, ben duş yapacağım da," Haydaaaaaaaaaaaaaa ben de duş yapacağım, planım var! Ama tabiki onun işi daha önemli, neticede ben ne para kazanıyorum ne yemek ne temizlik yapıyorum. Tabi yüzümü yıkayıp çıkıyorum banyodan ve pijamalarımı çıkarmadan beklemeye başlıyorum, tekrar kafamda günümü planlamaya çalışarak, saat 8:30 civarı Garmin çıkıyor banyodan. Bravo! Ve en sempatik haliyle, "B. bana bir tost yapar mısın ben giyinirken, işyerinde vakit kaybetmeyeyim." Aaa tabi sen vakit kaybetme, ben kaybederim diyerek, tostu hazırlıyorum ve ben de birşeyler atıştırıyorum. Ancak benim hayalimdeki kahvaltı bu değil. Saat 9'u geçerken, kapının önünde "Ah hayatım saatimi getirebilir misin? Unutmuşum da. Ayyy tatlım, laptop çantamı versene, aaaa ilacımı içmedim, getirir misin" ile bir 10-15 dakika oyalandıktan sonra, Garmin nihayet evi terk ediyor. Ben ise saat 9'da kütüphanede olmayı hedeflerken, pijamalarımla evdeyim ve sinirlerim gerilmiş durumda çünkü istediğim gibi başlayamıyorum güne! Haydi B., 10'da başlarsın çalışmaya diyerek, hızla banyoya giriyorum, banyodan çıkıp giyinmeye başladığım sırada annem arıyor, "B. hava çok güzel, haydi sahilde yürüyelim, sonra da kahve içeriz," Bir sen eksiktin anne diyorum içimden, kendisine de "Anne, hani sana daha önce söylemiştim, ben kütüphanede yazı yazacağım, çalışacağım, işe gidiyormuşum gibi davranacağım," diyorum, bin kere anlatmaya çalıştığım şeyi tekrar anlatıyorum. Fakat o anlamamakta ısrarlı, "Temiz hava alırsın kızım, açılırsın, önce yürü, sonra napıyorsan yaparsın. Hem sana pırasa vereceğim, hiç sebze yemiyorsunuz," AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA diye bağırmak isteyip bağıramıyorum tabi fakat annemi ısrar kıyamet püskürtüyorum, tabi bozuluyor kendileri. Zavallının hem para kazanmayan, hem doğuramayan, hem de onunla ilgilenmeyen bir kızı var. Ne büyük bir dram. Bu diyalogtan sonra nihayet evden çıkıyorum. Kahve alıp kütüphaneye gidiyorum, şanslı günümdeyim, en azından gitmeyi başardım! Öğlene kadar iki satır birşey yazıyorum. Öğlen annem tekrar arıyor, "Gel şu pırasayı al, öğlen yersin, iyilik de yaramaz size zaten," İçimde gittikçe büyüyen çığlıkla gidip lanet pırasayı alıp eve geliyorum ve yiyorum. Tekrar doğru kütüphaneye, yine yazma çalışmaları. Sonra aklıma akşam ne yiyeceğimiz takılıyor. Hiçbir şey yok evde. 4 gibi çıkıp markete gidiyorum. Et, mantar pişirmek, soğanları küçük küçük doğramak gibi çılgın fikirlere sahibim. Ve öyle ki bir doğrayıcı almaya karar veriyorum Migros'tan. İlginç bir şekilde yemek yapmaya son derece motiveyim. Et, soğan, mantar ve doğrayıcıyı alıp eve geliyorum, saat 16:30 ve hemen işe koyuluyorum, önce doğrayıcı kutusunu açıyorum, parçaları çıkarıyorum, fakat o da ne doğrayıcının en önemli parçası olan "BIÇAK" çıkmıyor kutudan, şaşkın ve kızgınım. İşte ekstra bir iş daha, önce fişi bul, sonra da doğrayıcıyı değiştirmek için çaba harca. Fişi atmadım eminim ama insansız kasadan alışveriş yaptım ve belki de elektronik alet olduğu için birşeylerin mesela garantinin imzalanması gerekiyordu ve ben bunu yapmadım. Doğrayıcı alıp camdan fırlatmak istiyorummm. Doğrayıcı olmayınca tabi soğanları doğramak ve bir taraftan da ağlamak gerekiyor, gereksiz bir zaman kaybı daha. Ama azimliyim başlıyorum yemek yapmaya, ete ve mantara katmak için dolaptan doğranmış domates konservesini çıkarıyorum, tam açarken konserve kapağının kulbu elimde kalıyor ve kendi kendime "Yok artık!" diyorum, önce doğrayıcı şimdi de bu. Uğraşıp didinip açıyorum, sonra dakikalarca mantar ve biber doğruyorum, tencereleri ocağa koyuyorum, pişerlerken mutfağı toparlıyorum, Garmin'in kaçta geleceğini düşünüyorum. Bir buçuk saat geçiyor ve saat akşam 6 oluyor, yemekler maalesef şahane olmuyor, idare ederler işte. "Hadi bugün bunları pişirdin, yarın ne halt edeceksin B.?" diyorum kendi kendime ve alışveriş dahil iki saatimin yemek pişirmeye gittiğini, sabahleyin de Garmin nedeniyle bir iki saat kaybettiğimi hatırlıyorum. Ben sürekli saatleri kaybediyorum ve yarının da anlattığım günden farklı olmayacağını hatta daha beter olma ihtimalinin bulunduğunu düşünüyorum. Birdenbire ortaya kuru temizlemeden alınması gereken birşeyler, ödenmesi gereken bir fatura, gidilmesi gereken bir eş dost, annemden alınması ya da ona götürülmesi gereken birşeyler çıkabilir. Ve ben yazmayı bıraktım, bir kitabın kapağını dahi açamadan günü bitirebilirim.
Şimdi yemekler hazırken birşeyler okuyabilirim, fakat kim bilir belki Garmin arayıp eve gelmek üzere olduğunu söyler ve ben de bunun üzerine salata yapıp masayı hazırlamaya başlarım, sonra yemeği yeriz, Garmin pek beğenmez ama az da olsa yer fakat yemeğin pek iyi olmadığını da belli eder çaktırmadan. Sonra masayı toplarım, Garmin yardım edemez çünkü o bütün gün dışarıda çalıştı, zavallıcık. Masa toplamanın ardından bir de çamaşırları toplarım ve makineye renklileri koyarım, tam kanepeye oturup kitap okuyacakken, Garmin'le biraz sohbet etmem gerek diye düşünürüm, neticede tüm filmlerde, dizilerde, romanlarda, dergilerde karı kocalar kanepede yanyana oturup sohbet ederler, birbirlerine günlerinin nasıl geçtiğini anlatırlar, onlar birbirlerinin en iyi arkadaşlarıdırlar. Sohbet için uğraşırım bir süre, fakat Garmin sanki bilgisarıyla daha iyi arkadaştır. Ve ben o noktada bezerim hayattan, televizyonda saçma sapan bir dizi izlemeye başlarım, yarının daha iyi geçeceğini ümit ederim ve bu ümitle Garmin'e sorarım "Garminciğim, yarın sabah kaçta çıkacaksın?" Garmin gözü bilgisayarında cevap verir, "Canım ne zaman isterse..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder