15 Aralık 2010 Çarşamba

Dönüş ve New York New York

Genelde nereye gidersem gideyim, birkaç gün sonra eve dönmek isterim. Fakat uzun yıllar sonra ilk kez bir yerden dönmek istemedim, bıraksalar New York'ta yaşardım. Soho veya Greenwich Village taraflarında bir ev tutar, oradaki bohemlerle takılırdım. Her gün New York Library'e gider, yazları Central Park'ta vakit geçirirdim. Ayda bir kere de bir Broadway müzikaline giderdim. Nasıl para kazanırdım orasını bilmiyorum ama neticede Amerika insanların kendilerini yeniden yarattığı bir ülke değil mi? İlla yapacak birşey bulurdummmm.

New York bir miktar kalabalık ve kaotik olsa da yaşanacak bir yer. Ve bana kalırsa kalabalığın büyük kısmını turistler oluşturuyor. Turistler ortadan yok olsa, daha sakin bir şehir olabilir diye düşünüyorum. Herşey var, herşey ulaşılabilir. Bir kere kitaplar ve kitapçılar açısından inanılmaz zengin bir yer. Mesela Strand diye bir kitapçıları var, bu kitapçıdaki kitapları dizdiğinizde, 18 millik bir yol yapıyormuş. Gerisini siz düşünün, 18 mil! İnsan içeri girince şaşırıp kalıyor zaten, bir sürü raf ve her taraf kitap. Rafları bir kütüphane gibi düzenlemişler, çok organize ve çalışanlar da çok yardımsever. Gerçi ne dediğinizi anlamakta biraz zorlanıyorlar. Ben iyi ingilizce konuştuğumu sanırdım Amerika'ya gidene kadar fakat orada anladım ki telaffuzum bayağı yetersiz onlar için. Gayet düzgün bir şekilde "Women Studies" dediğimi sanıyordum örneğin ama zavallı çalışanlar, beşinci seferde ne dediğimi anlayabildi ve "oooooo womeeeeeeeen studieeeeeeeeeeesss" diyerek derdime derman oldular. Biraz yuvarlayarak telaffuz etmek gerekiyor galiba.

Kitap dışında benim için son derece önemli olan kahve de çok kolay ulaşılabilir birşey. New York'ta adım başı bir Starbucks, gerçi bizim gibi turistler nedeniyle çok kalabalık ama içleri çok güzel döşenmiş, özellikle East Village, Soho, Greenwich taraflarında olanlar benim çok hoşuma gitti. Geniş, duvarları tuğla, uzun ahşap masaları ve Christmas nedeniyle şahane bir şekilde süslenmişler. Özellikle bardak tutma kartonlarına yılbaşı için yazdıkları cümle çok hoşuma gitti, "Stories are gifts, share..."Şahane değil mi?



New York'un, aslında genel olarak Amerika'nın bir diğer güzel yanı da, yediğiniz içtiğiniz herşeyin üzerinde kalorisinin yazıyor olması. Sanırım bu yolla, obezite yok olmuş çünkü öyle denildiği gibi acayip şişman insanlar çoğunlukta değil. Ben 10 günde toplasanız 10 tane ancak görmüşümdür. Ve geri kalan inanılmaz zayıf. Herkes, yollarda koşuyor. Öyle bizim Caddebostan sahilindeki tipler gibi sürünerek de koşmuyorlar, hepsi maaşallah tazı gibi, yürür gibi haldır haldır koşuyorlar. Eeeee bir de yediklerinin kalorisini biliyorlar, zayıf olmasınlar da ne olsunlar. Özellikle Starbucks'taki keklerin kalori değerlerini görmüş olmam nedeniyle, sanırım ben de burada kendimi biraz daha kontrol edeceğim, bir dilim kek ortalama 450 kalori, ben burada atıştırmalık gibi yutuyordum kekleri çoğu zaman.

New York'ta yaşamanın bir diğer güzel yanı da, annemin İstanbul'da yaşıyor olması. Bu sabah yine bayılttı beni. Temizlikçiyle birlikte evi işgal ettiler yine. Sanki benim değil de onların evi. Biri (annem) aldığı masa örtüsünün masaya ne kadar yakıştığından bahsediyor, öbürü (temizlikçi) çamaşırları başka bir programda yıkamam gerektiğini sayıklıyor. Ben aralarında çığlık atmamak için zor tutuyorum kendimi. Bu ülkedeki anneler, insanı gerçekten bunaltıyor çünkü kendilerine ait bir hayatları yok. Bir de benim annem çalışan anneydi yani kendi işi gücü vardı ama emekli olduktan sonra kendisini bize adadı ama müdahale yoluyla, "onu böyle yap, bugün yürüyüş yapalım, gel benden yemek al, size sebze yaptım, hiç sebze yemiyorsunuz, ben paltolarınızı kuru temizlemeye götüreyim" diyerek. Evet, çok fedakarca bir yaklaşım, eksik olmasın ama feda-kar-canın yazılışına dikkat etmek gerekiyor. Yani bunları yapıyor ama bir karşılık da  bekliyor; ilgi, alaka, onunla vakit geçirmek şeklinde.

New York'un bunların dışında belki de en güzel yanı, kimsenin birbiriyle ilgilenmiyor olması. İstediğini giy, yap, konuş kimse seni takmıyor. Mesela pijamalarıyla ve terlikleriyle sokakta dolanan insanlar gördüm ve benden başka kimse bakmıyordu onlara. Kendi kendine konuşan insanların varlığını da bu durum açıklıyor sanırım. Bana göre, her 5 kişiden 3'ü kendi kendine konuşuyor ve insanlar anladığım kadarıyla gönül rahatlığıyla deliriyor, bizdeki gibi deli olmak bir dert değil. Özgürce yaşadıkları gibi, özgürce de deliriyorlar. Bizler ise aman elalem ne der, nasıl bakar diye deliremiyoruz bile. Gerçi ben bu delimsi insanlardan biraz korktum ama delirmek istersem şahane olabilir, ki zaman zaman delirmek istiyorummm .

New York'un bana bu kadar uyan özelliklerine karşın tek bir özelliği ya da kuralı diyelim sinir bozucu benim için. O da hiçbir yerde sigara içilemiyor olması. Kaldığınız otelin önünde bile sigara içemiyorsunuz, 25 feet ötede içmeniz gerekiyor örneğin. Bir de hava dışarıda oturup sigara içmek için ziyadesiyle soğuk, eee böyle olunca da sokaklarda yürürken sigara içmek gerekiyor ve öyle sigara içmenin de hiçbir keyfi yok maalesef! Ancak söylemeden geçemeyeceğim, bu kadar yasağa rağmen sigara içen bayağı insan var, yani bana kalırsa yasaklar her alanda olduğu gibi, bu alanda da işe yaramıyor, insanlar yapmak istediklerini yapmaya devam ediyor. Üretmesinler, bu sigara denen mereti olsun bitsin canımmm.

Evet New York'tan hatırladıklarım şimdilik bu kadar, en kısa zamanda Amerika'da televizyonda izlediğim bir evliliği yazacağım, ben çok şaşırdım, siz de şaşıracaksınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder