6 Ocak 2011 Perşembe

Madwoman

Nereden aklıma geldi bilmiyorum. Bir sabah, kalktım, giyindim ve plazaların göklere yükseldiği bir semtte öğle yemeği yemeğe karar verdim. Hava soğuk ve yağmurluydu. Üşenmedim ve tam plaza çalışanları binalardan koşarak dışarı fırlarken, plaza semtine ulaştım. Nerede yemek yiyebilirim diye etrafa şöyle bir gezdirdim. Ve gözüme, insanların önünde dikildiği bir barı olan, sevimli bir cafe-bar ilişti. Öğle yemeğinden ziyade akşam yemeği için tasarlanmış bir yer gibi gözüküyordu ama içerisi kalabalıktı ve ben de içeri girdim. İçeri girdiğimde beni en çok şaşırtan şey, herkesin sigara içiyor olmasıydı. Dumansız hava sahası burada işlemiyor demek ki diye düşünerek ve rahat rahat oturup sigara içebileceğimi düşünerek, duvar kenarındaki masalardan birine oturdum. Masamdan, hem barın etrafındaki kalabalığı, hem de masalarda oturan üç beş kişiyi rahatça görebiliyordum. İnsanlar yemekten çok içmeye gelmiş gibiydiler. Ben çalışmayı bıraktığımdan beri, öğle yemeği anlayışı değişti herhalde diye düşündüm. İnsanların giyim zevkinin de değişmiş olduğunu düşünürken, yaşlı bir garson gelip siparişimi almak istedi. Hamburger ve bir kadeh kırmızı şarap istedim. Ben yemeğimi yemeye başlarken, içeriye herkesin dönüp baktığı orta yaşlı bir adam girdi, 35-40 yaşlarında gösteriyordu. Benim biraz ilerimdeki masaya, yüzü bana dönük bir şekilde oturdu. Hemen bir içki siparişi verdi ve o garsonla konuşurken, ben de yemek yemeyi bir kenara bırakıp, dikkatle yüzünü, hareketlerini incelemeye koyuldum. İnanılmaz yakışıklı bir adamdı ve her tarafından müthiş bir güven yayılıyordu etrafa. Bir sigara yaktı, hemen ben de paketime uzandım. Şarabımı yudumlayarak, sigaramı içerek, adamın her hareketini takibe aldım. Onun yerinde başkası olsa, büyük olasılıkla bakışlarımdan rahatsız olurdu ama o hiçbir şeyin farkında değil gibiydi. Böyle bir adamla birlikte olmak nasıl olurdu diye düşünerek, bir resmi inceler gibi adamı izlemeye devam ettim. Üst üste içilen birkaç kadehin (viski içiyordu galiba) ve içtiği onlarca sigaranın ardından, masanın üstüne bir miktar para koyup kalktı. Ben de peşinden tabi. Durduk yere burada öğle yemeği yemeye karar vermemin nedeni, belki de bu adam diye düşünüyordum. O önde ben arkada bir plazanın önüne kadar geldik. İçeri girdi, ben de peşinden. Yanyana asansör bekliyorduk ve "Keşke en azından bir anlığına bana baksa," diye düşünüyordum ama ne o ne de başkaları bana bakıyordu. Asansör bekleyen diğer insanlarda farkımda değil gibiydi. Ben ise ısrarla, adamların şapkalarına, kadınların daracık belli ve kabarık etekli paltolarına, upuzun tırnaklarına, yapılı saçlarına bakıyordum. Siyah çizmemin içine tıktığım siyah dar pantolonum, kısa siyah paltom ve dağınık saçlarımla modanın dünden bugüne değişip değişmediğini ve belki de artık çalışanların böyle giyindiğini ama beş yıldır çalışmayan biri olarak, benim bundan bihaber olduğumu düşünüyordum.


Nihayet asansöre bindik. Adam ve birkaç kızla beraber asansörden indim. Bir reklam şirketinin girişindeydim ve artık daha ileriye gidemem diye düşünüyordum. Ne yapacaktım ki içeri girip? "Merhaba, ben burada çalışmak istiyorum" mu diyecektim ya da "Selam, geçerken bir uğrayayım dedim." Ben zihnimden bunları geçirirken, bir de baktım benim yakışıklı ve karizmatik adam kapıdan girmiş, peşinde kabarık etekli bir kızla sağa doğru yürüyor. En azından kim olduğunu sorayım resepsiyondaki kıza diyerek içeri girdim, cesaretime hayran kalmıştım doğrusu. Kızın telefon görüşmesinin bitmesini bekledim ve hemen konuya girdim; "Afedersiniz,demin içeri giren, gri paltolu beyin adını öğrenebilir miyim?" Kızdan tık yoktu, kapıya doğru bakıyordu. "Allah Allah" diye mırıldandım ve "Pardonnn, size birşey sordum," diye hafifçe bağırdım. Kız sol taraftan gelen beyaz saçlı adama selam vermek için ayağa kalktı, yerine oturunca da önündeki zarflara bakmaya başladı. "Pardonnn," dedim tekrar ve o sırada bir de baktım ki yakışıklı ve karizmatik adam resepsiyona doğru yürüyor. Saçlarımı çaktırmadan düzeltmeye çalıştım, gerçi etraftaki incecik ve fena halde bakımlı kadınların yanında pek şansım yoktu ama olsun. Resepsiyona yaklaştı ve kıza "Can you please postpone our meeting with Lucky Strike" dedi. Tam ben hoppala bunlar niye ingilizce konuşuyor diye düşünürken, resepsiyon kızı da "Sure, Mr Draper," diyerek telefona sarıldı. Ben de o sırada, kıza "Bay Draper'a bir kargo göndereceğim, kartını alabilir miyim?" demeye karar verdim. Elimi, artık kızın dikkatini çekmeye kesin olarak kararlı bir şekilde hafifçe sallayarak, pardonnn dedim, yeniden. Ama bu sefer elim tık tık birşeye çarpıyordu. Tekrar parmaklarımı salladım, tekrar aynı ses. Bir cama çarpıyordu sanki elim. Emin olmak istedim ve elimi küt diye vurdum, evet cam vardı önümde. Ve birden etrafımdaki herşey karanlığa gömüldü. Madmen'in ilk sezonunun birinci dvdsi bitmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder