29 Temmuz 2013 Pazartesi

Tombi, Sana Kek Yaptım!

Geçen hafta apartmanın bahçesinde diğer küçük çocuklarla ve apartman teyzeleriyle Tombi'yi eğlendirirken, teyzelerden biri, 5 yaşındaki D.'ye "Yaptığınız kek pek güzel olmuş," dedi. "Nasıl yani? Siz kek mi yaptınız?" diye sordum. Bunun üzerine, hem D.'nin hem de 2 yaşındaki T.'nin, çocuklarına kimse olmadan tek başına bakan, kahraman, hamarat, pratik, rahat, bilmiş anneleri M. "Ayol ne var kek yapmakta? Koydum malzemeleri önlerine, çırpıp koydular kalıba," dedi. Evet, kek yapmaktaki mantık buydu ama neyin ne kadar konulacağı, kekin ne kadar sürede pişeceği, yıllardır benim kafamı kurculayan sorulardı. Mesela, 'alabildiği kadar un,' ve 'pişince fırını kapatın' gibi ibareler beni herhangi birşey pişirmekten yıllardır alıkoyuyordu. Yemek kitabı yazacak kadar uzmanlaşmış şahıslar, kaç bardak un konulacağını, kekin ne kadar süre pişeceğini yazsalar ne olurdu? Bir kere de ölçülü un koysalar olmaz mıydı?

Bu kek mevzusu üzerine en son ne zaman kek yaptığımı düşündüm. Hatırlamak kolay oldu çünkü hayatımda sadece bir kere kek yaptım ve o zaman sanırım 12 yaşındaydım, sonuç rezaletti. Sonra da birkaç poğaça denemesi dışında fırınsal girişimlerim olmadı. Mutfakta geçireceğim süreyi - ki hiç tercih etmediğim bir zaman - ana öğün yapma çalışmalarıyla geçirdim hep. Kekti börekti ayrıntıydı ve yenmese de olurdu. Fakat artık hayatımızda Tombi vardı, etraftan sürekli "Bu çocuk niye kurabiye yemiyor, bir kek yapsana şuna" gibi gereksiz laflar duyuyordum. Hem herkesin çenesini kapamak hem de Tombi'ye sağlıklı ve güzel alternatifler üretmek için Pazar saat 14:00 sularında mutfağa girdim.

Kek tarifini bebekler için sağlıklı yemek tarifleri yayınlayan bir siteden aldım. Çok kolay gözüküyordu ama 'Alabildiği kadar un' ibaresi canımı sıktı. Ancak yılmadım, cesaretimi topladım ve ölçülü karışımın üstüne kafama göre un (organik tam buğday unu) dökmeye başladım. Evet karışım katılaştı ama nasıl bir katılık olmalıydı. Kulak memesi kıvamı kekler için de geçerli miydi? Annemi aramak istemedim, iki saat susmazdı şimdi. Ablamı aradım, yakın zamanda yemek kursuna gittiği için. Açmadı. En sonunda Garmin'e "Sence bunun kıvamı nasıl olmalı?" diye sordum, sorunun manasızlığına şaşırdı tabi ve "Bilmem" diyerek Tombi'nin yanına gitti. Çaresiz, kıvamı kulak memesinden yumuşak halde bıraktım. Neticede bu bir poğaça değildi. Herşey bittiğinde evde kek kalıbı olmadığını fark ettim. Bir borcam da bu işi görür diye düşünerek karışımı boşalttım. Fırına koyduğumda, kekim böyle gözüküyordu işte. Yassı bir sıvı.



Ne kadar un koyulacağını belirtmeyen tarif, kekin pişme süresi hakkında da ketum davranmıştı. O nedenle bekledim bekledim bekledim ve yarım saatin sonunda, keke bir bıçak batırma yöntemiyle (ablamdan öğrendim bunu da, ben keki fırına koyduğumda aradı kendileri) kekin piştiğini anladım. Bu arada Garmin, kekten gelen kokunun harika olduğunu iddia etti. Fakat bir dilim ekmek kadar ancak kabarmıştı kek. Tadı ise fena değildi. İçinde şeker olmadığı için zaten muhteşem olmasını beklemiyordum. Belki biraz daha kuru kayısı koysam daha iyi olabilirdi. Mühim olan Tombi keki yedi mi yemedi mi meselesi. Yedi benim tatlım oğlum, hem de severek. Eeee gerisi mühim değil.

Peki kek piştiğinde nasıl gözüküyordu? İşte şöyle;


Bu arada Garmin de ben de yedik kekten. Alıştığımız keklere benzemiyor ama sağlıklı bir atıştırmalık neticede. Sağlıklı atıştırmalık girişimlerim ve bu konu hakkındaki yayınlarım sürecek. Bekleyin:)

2 yorum: