28 Ağustos 2010 Cumartesi

Duymak

İlk yazımı yayınlamamın ardından epey bir süre, blogun görünümüne katkıda bulunma faaliyetlerim devam etti. Ancak pek birşey beceremediğimi görünce blogumun görünümünü olduğu gibi kabul etmeye ve sevmeye karar verdim. Tıpkı insanın tüm yaramazlıklarına, huysuzluklarına, çılgınlıklarına rağmen çocuğunu sevmesi gibi. Gerçi her insanın, çocuklarını söylediğim şeylere rağmen sevip sevmediğinden son günlerde çok emin değilim. Bunun sebebi de genelde hafta sonlarımızı geçirdiğimiz yazlık sitede gözlemlediklerim... Özellikle bir ailede.

Bu ailedeki baba çalışıyor, anne ise evhanımı, iki çocukları var. Çocuklardan biri on, diğeri ise iki buçuk yaşında ve ikisi de kız. Filmlerdeki, dizilerdeki aileleri aratmayacak bir görünümleri var hepsinin; "mutlu Türk ailesi". Ancak dışarıdan son derece mutlu ve ideal gözüken bu ailede, bana göre ciddi bir problem var; bu ailede kimse birbirini duymuyor. Hayır hayır kesinlikle sağır değiller! Çünkü gözlemlediğim kadarıyla komşularının, arkadaşlarının dediklerini duyuyorlar, duyabiliyorlar ve onlarla sohbet edebiliyorlar. Ancak iş birbirleriyle iletişime geldiğinde herşey garipleşiyor. Hem de fena halde. Şöyle ki; baba eve doğru geliyor ve arka kapının açık olduğunu görüyor, eşine sesleniyor; "Ayşeeeeeeeeeeeeeee, arka kapı neden açık?" Bu esnada Ayşe Hanım 3-4 metre ileride komşularından biriyle sohbet ediyor. Ve baba devam ediyor; "Ayşeeeeeeeeeee, kapıyı sen mi açık bıraktın?" Ayşe Hanım hala sohbette - bu arada ben çok güçlü bir şekilde Ayşe Hanım'ın yanına gidip, "Eşiniz size sesleniyor, duymuyor musunuz?" demeyi istiyorum ama kendimi tutuyorum-. "Ayşeeeeeeeeeeeeeee, kapıyı kapayayım mı? Ayşeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee!" Nihayet Ayşe Hanım, komşularıyla vedalaşıyor ve eve doğru yürümeye başlıyor, "Ahmeeeeeeeeeeeeeet canım kapıyı kapatmaaaa," diye seslenerek. Ahmet Bey hiç birşey olmamış gibi ön verandaya geçiyor ve gazetesini okumaya başlıyor, Ayşe Hanım eve giriyor. Kısa bir süre sonra küçük kızın sesi ortalığı inletmeye başlıyor, "Annnnneeeeeeeee, bana sakız ver," Cevap yok. "Annnneeeeeeeeeeeeeee". Ve Ayşe Hanım arka kapıdan çıkıp komşuya doğru yürümeye başlıyor. Küçük kız arka arkaya defalarca "Annneeeeee" diye bağırıyor, son seslenişlerine ağlama eşlik ediyor, baba gazete okumaya devam ediyor. Ben bu seferde, evlerine gidip çocuğa sakız vermemek için kendimi kontrol etmeye çalışıyorum. Anne eve geliyor, kapıyı kapatıyor, içeriden dışarıya küçük kızın sinir krizi benzeri çığlıkları yükseliyor. Az sonra büyük kız Merve havuzdan eve geliyor ve gazete okuyan babasına "Baba bu akşam seninle basket oynayalım mı?" diye soruyor. Tabiki yine cevap yok, "Baba, duydun mu?" Sessizlik. "Baba, lütfen bu akşam basket oynayalımmmmm." Baba bir trans halinde. "Yaaaa baba, offfff," diye bağırarak eve giriyor. Ve tekrar küçük kız sahneye çıkıyor, bu defa "Abla, abla, abla," diye sayıklayarak. Kimse cevap vermiyor, hayat devam ediyor. Ben ise dehşet içindeyim, sesini duyuramamanın dehşetini yaşıyorum. Bana göre, bu bir kabus. Nasıl kabus görürken, bağırdığımızı ancak kimseye sesimizi duyuramadığımızı hissederiz, bu ailenin durumu da bana aynı hissi yaşatıyor. Kimse birbirini duymuyor, kimse birbirine cevap vermiyor ve biz bu dört kişilik topluluğu aile olarak nitelendiriyoruz.Ve maalesef bu anne baba, çocuklarına cevap vermemenin, onları duymamanın onlarda yarattığı hasarın farkında değil. Komşularına küçük kızlarının sürekli çığlık atmasının nedenini yaş dönümü ve bu yaşlarda böyle şeyler olabilir, diyerek açıklıyorlar. Ne yazık ki ne çocuklarına ne birbirlerine gerekli ilgi ve özeni gösterdiklerinin farkında bile değiller.


Bence aile olmak, çocuk sahibi olmak sevgi ve özeni gerektiriyor. Eğer birbirimizi duymuyorsak, duymak istemiyorsak, sevmiyorsak birarada yaşamanın amacı ve anlamı ne? İletişim de, sevgi de, birbirini duymak da diğer herşey gibi karşılıklı. Bugün annesine sesini duyuramayan çocuk, ileride kendi çocuğunu da duymayabilir ve bu böyle devam edebilir. Ne kadar basit birşey aslında, "Anne" diyen bir çocuğa, "Efendim" demek ve birbirimizi olduğumuz gibi kabul ederek, sevmek. Aynı benim blogumu sevmem gibi aslında:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder