29 Temmuz 2013 Pazartesi

Hızımı Alamadım

Pazar günü yaptığım kekin üstüne, dün de yulaflı kurabiye yaptım. Keke kıyasla bayağı güzel oldu. Çünkü sözkonusu kurabiyenin tarifini yazan, sağolsun ölçüleri ve pişirme süresini ayrıntılı bir şekilde yazmıştı.  Kurabiyenin iyi yanı çantamda da rahatlıkla taşıyabilecek olmam. Böylece pastane kurabiyeleriyle Tombi'ye saldıranlarla da savaşabilirim! Az önce de yeni bir kek girişimim oldu. Şekersiz kek! Şu an fırında, bakalım o nasıl olacak?



Kek börek işleri dışında sıcaklardan ve evin etrafında vakit geçirmekten bunalıyorum. Dün Tombi, annem, ben apartmanın bahçesine 5 daire biraraya gelip aldığımız salıncaklara indik. Hamarat ev kadını M. (kızı kek yapan) ve bir diğer hamarat ev kadını N. de çocuklarıyla bahçedelerdi. O kadar çok konuşuyor ki ikisi de, resmen başım ağrıdı, uyuştum. Ve ev kadınına dönüşme korkusu kapladı içimi. Bağdat Caddesi'ne, her zaman gittiğimiz parka (Pastane parkına, bundan sonra kurabiye parkı diyelim) gitmek istedim haliyle. Oradaki anneler kesinlikle bu kadar çok konuşmuyor. Ve saat 17:00 sularında yürüme marifetiyle Bağdat Caddesi yolculuğumuz başladı. Sesli sessiz çok küfrettim yine yürürken. Nerede eski evden 7 dakikada yürümek? Nerede şimdiki, dar kaldırımlarda, 25 dakika yürümek? Ahhhh ahhhh hiç akıl yok bende. İşin kötü yanı bu evden taşınma umudum da yok. Belki şans oyunları derdime çare olabilir. En iyisi, en kısa zamanda bir milli piyango bileti almak.




Tombi, Sana Kek Yaptım!

Geçen hafta apartmanın bahçesinde diğer küçük çocuklarla ve apartman teyzeleriyle Tombi'yi eğlendirirken, teyzelerden biri, 5 yaşındaki D.'ye "Yaptığınız kek pek güzel olmuş," dedi. "Nasıl yani? Siz kek mi yaptınız?" diye sordum. Bunun üzerine, hem D.'nin hem de 2 yaşındaki T.'nin, çocuklarına kimse olmadan tek başına bakan, kahraman, hamarat, pratik, rahat, bilmiş anneleri M. "Ayol ne var kek yapmakta? Koydum malzemeleri önlerine, çırpıp koydular kalıba," dedi. Evet, kek yapmaktaki mantık buydu ama neyin ne kadar konulacağı, kekin ne kadar sürede pişeceği, yıllardır benim kafamı kurculayan sorulardı. Mesela, 'alabildiği kadar un,' ve 'pişince fırını kapatın' gibi ibareler beni herhangi birşey pişirmekten yıllardır alıkoyuyordu. Yemek kitabı yazacak kadar uzmanlaşmış şahıslar, kaç bardak un konulacağını, kekin ne kadar süre pişeceğini yazsalar ne olurdu? Bir kere de ölçülü un koysalar olmaz mıydı?

Bu kek mevzusu üzerine en son ne zaman kek yaptığımı düşündüm. Hatırlamak kolay oldu çünkü hayatımda sadece bir kere kek yaptım ve o zaman sanırım 12 yaşındaydım, sonuç rezaletti. Sonra da birkaç poğaça denemesi dışında fırınsal girişimlerim olmadı. Mutfakta geçireceğim süreyi - ki hiç tercih etmediğim bir zaman - ana öğün yapma çalışmalarıyla geçirdim hep. Kekti börekti ayrıntıydı ve yenmese de olurdu. Fakat artık hayatımızda Tombi vardı, etraftan sürekli "Bu çocuk niye kurabiye yemiyor, bir kek yapsana şuna" gibi gereksiz laflar duyuyordum. Hem herkesin çenesini kapamak hem de Tombi'ye sağlıklı ve güzel alternatifler üretmek için Pazar saat 14:00 sularında mutfağa girdim.

Kek tarifini bebekler için sağlıklı yemek tarifleri yayınlayan bir siteden aldım. Çok kolay gözüküyordu ama 'Alabildiği kadar un' ibaresi canımı sıktı. Ancak yılmadım, cesaretimi topladım ve ölçülü karışımın üstüne kafama göre un (organik tam buğday unu) dökmeye başladım. Evet karışım katılaştı ama nasıl bir katılık olmalıydı. Kulak memesi kıvamı kekler için de geçerli miydi? Annemi aramak istemedim, iki saat susmazdı şimdi. Ablamı aradım, yakın zamanda yemek kursuna gittiği için. Açmadı. En sonunda Garmin'e "Sence bunun kıvamı nasıl olmalı?" diye sordum, sorunun manasızlığına şaşırdı tabi ve "Bilmem" diyerek Tombi'nin yanına gitti. Çaresiz, kıvamı kulak memesinden yumuşak halde bıraktım. Neticede bu bir poğaça değildi. Herşey bittiğinde evde kek kalıbı olmadığını fark ettim. Bir borcam da bu işi görür diye düşünerek karışımı boşalttım. Fırına koyduğumda, kekim böyle gözüküyordu işte. Yassı bir sıvı.



Ne kadar un koyulacağını belirtmeyen tarif, kekin pişme süresi hakkında da ketum davranmıştı. O nedenle bekledim bekledim bekledim ve yarım saatin sonunda, keke bir bıçak batırma yöntemiyle (ablamdan öğrendim bunu da, ben keki fırına koyduğumda aradı kendileri) kekin piştiğini anladım. Bu arada Garmin, kekten gelen kokunun harika olduğunu iddia etti. Fakat bir dilim ekmek kadar ancak kabarmıştı kek. Tadı ise fena değildi. İçinde şeker olmadığı için zaten muhteşem olmasını beklemiyordum. Belki biraz daha kuru kayısı koysam daha iyi olabilirdi. Mühim olan Tombi keki yedi mi yemedi mi meselesi. Yedi benim tatlım oğlum, hem de severek. Eeee gerisi mühim değil.

Peki kek piştiğinde nasıl gözüküyordu? İşte şöyle;


Bu arada Garmin de ben de yedik kekten. Alıştığımız keklere benzemiyor ama sağlıklı bir atıştırmalık neticede. Sağlıklı atıştırmalık girişimlerim ve bu konu hakkındaki yayınlarım sürecek. Bekleyin:)

25 Temmuz 2013 Perşembe

Park Anneleri Vol 1

Neredeyse her gün, öğleden sonra saat beş sularında, Tombi, ben ve annem aynı parka gidiyoruz. Sözkonusu park, bir pastanenin müşterilerine sunduğu harika bir hizmet. Park bölümünün etrafında masalar var, anneler ve çocuk bakımını üstlenen diğer şahıslar da buralarda pinekliyor. Bir grup anne, çocuklarının yaşına göre onların peşinde dolanırken, bir grup anne de masalarda çay kahve keyfi yapıyor. Çok kalabalık olduğu zamanlar dışında keyifli bir yer.

Bu park, her gün gidince, bir sürü insanla sohbet etmeye de neden oluyor. Bizim gibi birkaç müdavim daha var ve her gün karşılaşınca bir süre sonra muhabbetler, aynı masada oturmalar başlıyor. Ben hem küçük bir oğlum olduğu hem de hamile olduğum için parkın popüler figürlerinden biriyim. İnsanlar, haliyle, oğlum bu kadar küçükken, nasıl olup da ikinci çocuğa cesaret ettiğimi, ikinci çocuğun cinsiyetini, çocuklara nasıl bakacağımı merak ediyorlar ve başlıyor sohbet! Bazı annelerle sohbeti seviyorum (bir elimin 3 parmağını geçmez sayıları), bazılarını kıskanıyorum, bazıları içimi şişiriyor. Bu 3 taneden sadece biriyle her gün görüşüyoruz ve bazı konularda hayatlarımız birbirine benzediği için de bağlandık birbirimize. Şaka maka neredeyse bir yıldır hemen her gün görüşüyoruz. 

Bu annenin ruh halini pek normal bulmuyorum aslında. Hep harika annelerle karşılaşmaktan sıkıldığım için belki de bu anneyle sohbet bazen iyi geliyor. Bir de açıksözlü; çocukla oynamaktan fena halde sıkıldığını filan söylüyor. Genelde anneler bu kadar açıksözlü değil, bu gruba ben de dahilim. Ne bileyim insan utanıyor, çocuğuyla oynamaktan sıkıldığını söylerken. Bu anneye "Kırmızı" diyelim bundan sonra. 

Kırmızı da parka bizim gibi anneanneyi de yanına katarak geliyor. Ben şimdi hamileyim diye annem parkta bayağı etken bir figür ama hamilelikten önce de biz de her yere annemle giderdik. Şimdi bakıyorum da kimse parka anneanneyle gelmiyor. Kendileri ilgileniyor çocuklarla, bazı durumlarda da bakıcılar ilgileniyor. Ama hiç öyle Kırmızı'nın annesi ve benim annem gibi haldır haldır torun peşinde koşan yok. Kırmızı durumdan memnun, rahat rahat çayını içiyor, benimle sohbet ediyor. Kırmızı aslında çalışıyor ama yazları pek işe gitmiyor ve bu yüzden de bakıcısı var. Yani gündüzleri de sıklıkla kaçıyor evden, çocuğu bakıcıya bırakıp. Bu da benim için etkileyici çünkü ben Tombi'yi annemden ve Garmin'den başka kimseye bırakmadım. Kırmızı bakıcıya güveniyor. Benim alışık olmadığım bir durum. Ben ya Tombi uyurken evden çıkıyorum ya da ne bileyim 2 saatliğine filan gideceksem gidiyorum bir yere. Gerçi Kırmızı, "Çalışmam lazım" diyerek çıkıyor evden, iyi bir yöntem ama benim çalışacak bir işim yok maalesef.

Niye Kırmızı'yı anlatasım geldi bilmiyorum. Aslında tam anlatamadım da. Belki sonra devam ederim. Bugün onların evindei Tombi'yi ve onun oğlunu oynatacağız, araları 5 ay. Bakalım nasıl olacak? Sonra da bizim apartmanın bahçesinde takılacağız. Bugün parka gitmek yok. Parktakiler bizi özlesin biraz.

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Garmin Geldi Hoş Geldi

Cuma gecesi itibariyle Garmin şehrimize döndü. Onun dönüşüyle birlikte benim kafamdaki senaryolar ortadan kaybolurken, sinir katsayım da oldukça düştü. Gerçi o geldikten sonra da bir senaryo yazdım, onu anlatayım ben en iyisi.

Cumartesi gecesi, saat on buçuk sularında Garmin'in cep telefonu çaldı. Telefonu götürmek için elime aldım, kayıtlı olmayan bir numara. Garmin baktı ve "Kesin işyerinden bir manyak arıyor, bu saatte aranır mı insan? Açmayacağım," dedi. Ben de açılmayan telefonlar, sessiz çağrılar vb ile ilgili pek çok şey okumuş ve izlemiş biri olarak; "Aaaa aç ama belki önemli birşeydir," diye ısrar ettim ve fakat katır inatlı Garmin açmadı. Ben bütün gece arayan numarayı ezberlemeye çalıştım. Planım, Pazartesi sözkonusu numarayı arayıp, olayı aydınlatmaktı. Arayan bir kadın mıydı? Kimdi bu gizemli şahıs?

Pazar sabahı Garmin'den önce uyandım ve koşarak gidip telefonundaki numaraya bir daha bakıp, ezberimi teyit ettim. Tabiki numarayı bir yere yazabilirdim, kaydedebilirdim ama bu riskli bir hareket olurdu. Garmin sonra görse ne derdim?

Kahvaltı, Tombi'yle oyun, Tombi'yle uyku derken, telefonumu şarj etmek üzere elime aldım; '1 cevapsız arama' Baktım, Garmin'in kardeşinin karısı, Cumartesi gecesi on buçukta beni aramış ve o da ne? Numara ezberimdeki numarayla aynı! 

Senaryom, maceram daha başlayamadan sona erdi -meğerse kardeşiyle karısı bizim tarafa geçmişler, bize zeytin vereceklermiş, onun için arıyorlarmış. Allah'tan açmamışız, hiç uğraşamazdım onlarla-. Ve çok kızdım kendime, bu tip şeylerle uğraştığım için. Ya hamilelik hormonlarından ya can sıkıntısından oluyor, bilemedim. Ama dileğim bir an evvel kafamda kurgu yerine daha verimli, üretken birşeyler yapmak. 


17 Temmuz 2013 Çarşamba

Düşünce Gücüyle Karşılaşma ve Gerçekler

Tombi doğduğundan beri annelerin yazdığı blogları yakından takip ediyorum. Takip ediyorum ama hiçbiri benim tecrübelerimi yansıtmıyor, hiçbirinin çocuğu benim çocuğuma benzemiyor, hiçbiriyle hayatlarımız paralel değil. Sözkonusu anneler becerikli, bakımlı, anlayışlı, akıllı vb. Mesela daha bu sabah bu annelerden biri, çocuğuyla oynayacağı oyunu (Çocuk Tombi'den 3-4 ay büyük) instagramda paylaşmış, bir an 'Acaba ben de Tombi'yle böyle birşey yapsam mı?' diye aklımdan geçirdim. Ve sonra Tombi'ye baktım, elinde bir çubuk sağa sola koşuyor, bir dakika yerinde durmuyor. Bu kadının çocuğuysa legolardan kulelere, resim şaheserlerine kadar her türlü aktiviteyle içiçe. Neyimize bizim aynı oyuna gönül vermek.

Bloglarını, twitter hesaplarını yakından takip ettiğim bu annelerden birine ise nedendir bilmem fena halde kafayı taktım en baştan beri. Belki her işini gerçekten tek başına yaptığı için (bazı anneler her işi tek başına yapıyormuş gibi yazıyor çiziyor, sonra bir anlıyorsun ki evde hem bakıcı hem yatılı yardımcı var!), belki çok becerikli olup iki dakikada harika yemekler yaptığı için, belki çocuğunu sadece ama sadece doğal ve organik gıdalarla beslediği için, belki tombul ama mutlu olduğu  için, belki o da ikinci bebeğine hamile olduğu için, belki de en gerçek görünen o olduğu için... Bilmiyorum. Ve birkaç aydan beri de şunu düşünüyordum; 'Kadına bir mail yazsam ve desem ki, ben sizin yanınızda bir hafta kadar staj görsem olur mu? Yani gölgeniz gibi yanınızda dolaşsam, çocukla bir gününüz, geceniz nasıl geçiyor görsem, bana yemek yapmayı öğretseniz vs.' Tabi böyle birşey yapmadım ama hep düşündüm durdum. Ve derken geçtiğimiz Pazar müdavimi olduğumuz bir pastanenin parkında, kadın karşıma çıktı! Şaka gibi, işte bana fırsat. Ancak ben öyle kolay kolay insanların yanına gidip "Aaaa merhaba, blogunuzu takip ediyorum, bıdı bıdı bıdı bıdı" diyecek bir insan değilim. Parkta çocuklarla debelenirken bir sohbet olur diye düşündüm çünkü genelde hep oluyor. Ve Tombi'nin peşinde dolaşmaya başladım. Yanımda annem ve ablam olduğu için ablamla ikimiz Tombi'nin etrafındaydık. Bu arada Tombi parkta oynamaktansa volta atmayı tercih eder her zaman. Her neyse, benim dikkatimin başka bir yerde olduğu bir an, ablamın Tombi'ye "Hayır Tombicim, biz ondan yemiyoruz, olmaz," dediğini duydum. Ve bir de baktım ki Tombi, blog yazan annenin çocuğunun yemekte olduğu bol çikolatalı kurabiye gözlerini dikmiş. Ben de aynı Tombi gibi bakakaldım. Sen çocuğun yediği herşeyi kendin yaptığını yazarak, kitleleri ve özellikle beni bunalıma sok, sonra da çocuğunu elinde çikolatalı kurabiyeyle yakalayalım. Biz çocuğa dik dik bakarken, anne hemen olaya müdahale etti "O da yemiyor normalde, şimdi kalabalık olunca işte dedesinin tabağından bir tane almış, " dedi, "Tabi tabi" dedim ben de gülümseyerek. Ve çocukla annenin yediklerini çaktırmadan takip etmeye devam ettim. Çocuk birkaç kurabiye daha yuvarladı. Anne kocaman bir pastayı mideye indirdi ve anladım ki kendileri bir sigara tiryakisiymiş aslında. Herkesin hayatı kendine tabi, beni ilgilendirmez, herkes çocuğuna istediğini yedirir içerir, kendi de istediğini yapar. Buradaki problem, benim gibi saflara çizdikleri dünyada. Doğruları yazın çizin. Oğluna harika bir ekmek yaptığını yaz ama aynı zamanda arada maalesef çikolata, şeker vermek zorunda kaldığından da bahset di mi ama?

Neticede bu karşılaşma bana hem düşünce gücünün önemini öğretti, hem de kendi işime bakmam gerektiğini. Bırak millet ne yedirirse yedirsin çocuğuna, sen elinden gelenin en iyisini yap. Mesela Tombi şu ana kadar yani 20 aydır, ağzına meyve dışında şekerli birşey sürmedi, daha ne olsun? 

14 Temmuz 2013 Pazar

Durmak Yok Sinir Olmaya Devam

Hazır an itibariyle kapıdan girmişken ilk kurbanım, evdeki yardımcı olsun; kendisine bir 10 gündür sinir oluyorum. Somut bir sebebi yok aslında ama sanki herşeyi bilerek ve isteyerek yavaş yapıyormuş ve sonunda hiçbir şey yapmıyormuş gibi geliyor. 

Garmin'e şiddetli bir şekilde sinir olmaya devam ediyorum. Cumartesi 12'de uçağımız indi demek için arayan Garmin'in bir dahaki araması, Pazar öğleden sonrayı buldu. Hadi beni merak etmiyorsun, oğlunu da mı merak etmiyorsun, özlemiyorsun? Yok ya kadın olmak ve erkek olmak çok farklı gerçekten, ben mesela Tombi'den uzakta, onu aramadan, sormadan rahat edemem diye düşünüyorum. Ve bu arada Garmin'in eğitim Perşembe günü bittiği halde Cuma günü döneceği aklıma geldikçe, beynim havaya uçacakmış gibi hissediyorum. Aaaa ama Garmin oğluna çok düşkün, eeee gel o zaman Perşembe gecesi! Ve  az önce THY'nin sitesinden baktığım kadarıyla böyle bir uçuş var. Yani istese eğitimin bittiği gün gelebilir. 

Bir aralar kadın erkek ilişkileri ile ilgili bir eğitime gitmiştim. Ve kocasından boşanmış eğitmen, bu tip durumlarda, yani mesela benim şu anki durumumda, intikam almanın öneminden bahsetmişti. "O an değil ama sonrasında mutlaka intikam almalısınız" demişti. Evet, mantıklı ama ben nasıl intikam alayım? Kalkıp Londra'ya mı gideyim? Ne yapayım? Yoksa bir hafta ortadan mı kaybolayım? Cidden napayım? Aklıma hiçbir şey gelmiyor!

Sinir olduklarım arasında, her daim sarsılmaz yerini koruyan annem var bir de. Garmin olmadığı ve ben de hamilelik nedeniyle Tombi'yi kaldırıp indiremediğim için bizde kalıyor. Gece Tombi su istiyor diyelim, karanlıkta gidip veriyorum ve sonra tekrar yatıyorum. Birden karanlıkta annem beliriyor; "Alayım mı ben Tombi'yi, sen uyu" Yahu saat sabahın 4'ü, çocuk uyuyor, niye alacaksın yerinden? Ve bu senaryo Tombi her ses ettiğinde tekrarlanıyor. Annem bizde kalmaya başlayana kadar Tombi, gece uyanmalarını ikiye indirmişti. Son iki gecedir ise, on kere filan uyandı herhalde. Annem ortalıkta dolanmasa ve uyusa bir problem yok ama o illa müdahil olacak olan bitene.

Ve tabi sürekli olarak, her dakika olmasa da her saat, içinde yaşamakta olduğumuz evin, yerine sinir oluyorum. Eski evden Bağdat Caddesi'ne 7 dakikada yürüdüğümüzü hatırladıkça kalbim sıkışıyor, içim sinirle doluyor. Bu evden yürümemiz annemin ilginç saatine göre 15 dakika, dünya saatine göre ise ortalama 25 dakika sürüyor. 25 dakika ne demek yaaaa? Sevgili ablam da, bu evle ilgili sıkıntılarımı paylaştığımda, bana olaylara olumlu bakmamı ve benim gibi hareketsiz bir insan için bu kadar yürüme mesafesinin aslında bulunmaz bir nimet olduğunu söyledi! Çok yaratıcı çok Polyanna. Doğal olarak spor yapıyormuşum işte. 

İşin kötü yanı, bu evden taşınmayla ilgili herhangi bir ümidimin olmaması. Aklıma, şimdi ikinci bebek geliyor, bize yatılı yardımcı lazım, o yüzden 4 odalı bir eve taşınalım demek geliyor ama nasıl finanse edeceğiz 4 odalı bir evin kirasını? Neticede burada kira ödemiyoruz. Ayyyy bilmiyorum ama sinir oluyorum işte. Ve her gün Tombi'yi parka götürmek için Bağdat Caddesi'ne yürürken - annem yanımdaysa sessiz, değilse sesli bir şekilde - küfrederek yürüyorum. Evet, şükürsüz, nankör biri olarak değerlendirilebilirim bu tavrımla, hatta benim gibi birini ben de böyle değerlendirebilirim ama elimde değil. Yol, mesafe, daracık kaldırımlar, yanımızdan sürekli geçen arabalar fena halde sinirime dokunuyor. Ahhhh çalışsaydım ve adam gibi para kazansaydım, hem Londra'ya iş seyahatine gidebilirdim, hem de istediğim evde oturabilirdim. Ve böylece kendime sinir olacağım yeni şeyler bulurdum.


13 Temmuz 2013 Cumartesi

Günün, Haftanın, Ayın Kılı Garmin

Sevgili Garmin, yani eşim, kocam son dönemde çok sinirimi bozuyor. Ben, Tombi ve karnımdaki bebekle ev ve çevresinde dönen bir hayat sürerken, kendileri kaptanlık eğitiminden, tekne yarışlarına, iş yemeklerine uzanan renkli bir hayat sürüyor. Son bombası da iş gereği gitmesi gereken Londra'daki eğitim oldu. Evet, iş nedeniyle seyahat etmek son derece olağan bir durum ama Garmin'in bu bu eğitime yaklaşımı bence hiç de olağan değil. Şöyle ki, eğitim Pazartesi sabahı başlayıp, Perşembe akşamı bittiği halde, Garmin Londra'ya bu sabah ilk uçakla gitti ve Cuma günü son uçakla Londra'dan gece bir sularında dönecek. Bahanesi de Tombi ve doğacak bebeğimiz için alışveriş yapmak, bu arada alışverişin büyük kısmını da internet üzerinden hallettik. Hadi Cumartesi erkenden gitmeyi ve hafta sonu orada gezmeyi, dolaşmayı anladık da, Cuma günü neden o kadar geç dönüyorsun? Bin sabah uçağına efendi gibi gel evine. Böyle desem, "Ama o uçak tam iş çıkışı saati iniyor İstanbul'a, trafikte mi kalayım?" der. Diyecek birşey bulur yani.

Bu seyahatle ilgili sinirimi bozan bir diğer nokta ise, Garmin'in yanında iki iş arkadaşının olması ve bunlardan birinin benim sinir olduğum bir kadın olması. Nedense bu kadın sözkonusu olunca kafamda türlü türlü senaryo oluşuyor, tüylerim diken diken oluyor, içimi bir ürperti kaplıyor. Garmin düşündüğüm şeyleri yapacak biri değil ama kendimi engelleyemiyorum, aklıma türlü şey geliyor. Bu kadınla ilgili sinir bozucu olan durum, erkekler açısından ideal kadın olması; sempatik, destekleyici, yağcı bir hanımefendi kendileri. Tombi doğduğu zaman bize gelmişti bir kere - en uzun görüşüm bu oldu - ve inanamadım Garmin'e karşı tavrına. Öyle bir pohpohluyor ki adamı, kim olsa tav olur. 

Ve son olarak şu an beni sinir eden nokta ise, en son öğle saatlerinde uçağın indiğini bildirmek için arayan Garmin'den şu ana kadar ses çıkmamış olması. Şahsen ben böyle bir seyahate gitseydim, gün içerisinde 3-5 kez arardım Garmin'i, "Keşke sen de burada olsaydın, inşallah bir dahaki sefere birlikte geliriz, Tombi'yi çok özledim, gününüz nasıl geçiyor, çok yoruldun mu?" demek için.  Bende var herhalde bir salaklık.

Kısaca şu sıralar ve şu an itibariyle Garmin'e fena halde kızgınım ve kılım. Bu halim bana ne kazandırıyor meçhul ama sinir olmamak elimde değil. Ve böyle sepet gibi oturup, sinir olmak da ekstra sinir bozucu bir durum!

12 Temmuz 2013 Cuma

Aynı Tas Aynı Hamam

Sürekli yazmak istiyorum ama nereye yazacağıma bir türlü karar veremiyorum. Bir deftere mi, bloga mı yoksa başka bir e-posta adresi alıp ona mı (yani kendi kendime mail şeklinde) ya da yeni bir bloga mı? Bu kararsızlık anında ya yazma isteğim geçiyor ya da nereye yazarsam yazayım, yazdıklarımın anlamsız olacağı hissi ağır basıyor.

Son 4 gündür fena halde canım sıkılıyor. Kendimi yaşadığım hayatın bir izleyicisi gibi hissediyorum. Birşeyler yapıyor, rutinleri yerine getiriyorum ama onun dışında bir robottan farkım yok. Dışarıdan bakıldığında herşey harika ama benim istediğim tam olarak bu değil. Evet, Tombi'nin annesi olduğum ve 2,5 ay sonra bir bebeğimiz daha olacağı için çok mutluyum ama onun dışında herşey çok boş geliyor. Hayatımın kontrolü benim elimde değilmiş gibi hissediyorum, bu bir his de değil tabi, gerçek! Hayatımın kontrolü başkalarının elinde, ben sadece bir figüranım! 

Hamilelik nedeniyle fazla hareket etmemem gerektiği için Tombi'nin bakımıyla ilgili olarak anneme fena halde bağımlıyım. Benim yerimde başkası olsa belki annesine minnettar kalıp, onu el üstünde tutar ama ben aksine anneme fena halde sinir oluyorum. Kendimi engellemeye çalışıyorum ama yok olmuyor! Sinir olmamak elimde değil. Acaba gerçekten müthiş bir ilişkisi olan anne kızlar var mı? Varsa lütfen bana bildirin, nasıl olduğunu anlatın.

Hareketsel anlamda yani çocuğuma kendi başıma bakamama bağımlılığım dışında maddi bağımlılıklarım da sözkonusu; anneme, ablama, Garmin'e. Birşey dedikleri yok ben kendi paramı kazanmadığım için ama hesapsız para harcayamama hali ya da bazı konularda mesela ev değiştirme gibi hiçbir sözünün olmaması sinir bozucu. Mesela ben bu evde oturmak istemiyorum. Kendi gelirim olsa, "Bu evde oturma şansını bize tanıdığınız için minnetttarım ama biz Cadde'ye çok yakın bir evde oturmak istiyoruz ve bu nedenle kiraya çıkacağız tekrar" diyebilirim. Fakat şimdi diyemiyorum böyle birşey tabi. Hangi parayla, nereye, nasıl taşınıyorsun? diye sorarlar adama.

Kısaca isteklerimin, hayallerimin, hayatımın efendisi değilim. Ve olmak için de hiçbir şey yapmıyorum. Birşey yapmak yerine mutsuz mutsuz ortalıkta dolaşıyorum. İşin kötü yanı ne yapabileceğimi de  bilmiyorum, bulamıyorum. Bilsem belki yapabilirim.

Bu arada fena halde uykum var, yazarken arada gözlerim kapanıyor. En iyisi depresif yazıma son vermek.